20. Yıldönümünde 11 Eylül Değerlendirmeleri
Başkan Biden’ın 31 Ağustos tarihi itibarıyla “Amerika’nın en uzun savaşı” olarak adlandırılan Afganistan’daki askeri müdahalenin bittiğini açıklaması aynı zamanda 11 Eylül saldırılarıyla başlayan ve yaklaşık 20 yıl süren “terörle savaş” sloganıyla şekillenen bir dış politika döneminin de sona geldiği anlamını taşıyor. 11 Eylül 2001 saldırıları başta Amerika olmak üzere birçok ülkenin terörle mücadele politikalarını ve askeri doktrinlerini değiştirmeye yönelterek küresel çapta güvenlik politikaları açısından bir kırılma noktası teşkil etmişti. 11 Eylül saldırılarının yıldönümü yaklaşırken Amerikan medyası ve düşünce kuruluşları “savaşı kimin kazandığını” sorgulayan ve son yirmi yılda uygulanan politikaların genel sonuçlarını değerlendiren yazılar yayınlanmaya başladı. Uzmanlara göre Amerika’nın terörizme karşı küresel ölçekte mücadele politikası gerek Amerika’da gerekse askeri işgale maruz kalan Irak ve Afganistan gibi ülkelerde faydadan çok zarara sebebiyet verdi. Amerikan kamuoyu bitmeyen savaşlardan bıkmış durumda ve işgallerin Amerikan çıkarlarına hizmet etmediği görüşünde.
Washington Post-ABC ortaklığında yapılan bir ankete göre Amerikan vatandaşlarının yarıdan fazlası 11 Eylül 2001 öncesine göre bugün terör açısından daha güvende olmadıklarına inanıyor. Anket sonuçlarına göre ABD vatandaşından yüzde 80’i 11 Eylül saldırılarının ülkeyi kalıcı bir şekilde değiştirdiğini düşünüyor. Ankette, 11 Eylül öncesine kıyasla ülkenin terörizm açısından daha güvenli olduğuna inananların oranının yüzde 49 çıkarken, yüzde 51’in ise aksi yönde görüş belirtmesi Amerikan halkının güvenlik algısının da giderek düştüğünü gösteriyor. Halkın güvenlik algısının yüzde 64 gibi bir oranla zirveyi görmesi, Usame bin Ladin’in öldürüldüğü 2011 yılında gerçekleşmişti. Ankete göre söz konusu saldırıların ülkeyi kötü yönde değiştirdiğini düşünenlerin oranı yüzde 46 çıkarken, iyi yönde değiştirdiğini savunanların oranı ise yüzde 33’de kaldı. 2002’de yapılan benzeri bir çalışmada ankete katılanların yüzde 55’i 11 Eylül saldırılarından sonra ülkenin iyi yönde değiştiğini savunmuş, yüzde 18’i fikir beyan etmezken, yüzde 27’si kötü yönde değiştiği görüşünü paylaşmıştı.
Associated Press ve NORC Kamu Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği başka bir anketin sonuçlarına göre ise Afganistan ve Irak’taki savaşların, verilen mücadeleye değdiğini düşünen Amerikalıların oranı yüzde 30’un altında kalıyor. 11 Eylül sonrası ulusal güvenlik tedbirlerinin sıkılaştırılması nedeniyle artan gözetim uygulamalarına karşı çıkanların sayısı da giderek artıyor. Terörle mücadele amacıyla ABD dışındaki kişilerin e-posta mesajlarına istihbarat yetkililerinin erişimine izin veren yasayı uygun bulan Amerikalıların oranı yüzde 27, karşı çıkanların oranı ise yüzde 46 olarak dikkat çekiyor. 10 yıl önce yapılan anketlerde söz konusu izleme yasalarına destek verenlerin oranı yüzde 47, karşı çıkanların oranı ise yüzde 30 civarındaydı. Amerikan halkının büyük kısmı yurtdışından gelecek saldırılardan ziyade Amerika’da bulunan aşırı grupların eylemlerinden daha çok endişe duyuyor.
Geriye bakıldığında 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında ulusal bir birliktelik oluştuğu fikrine karşı çıkan bir görüş yazısında Paul Krugman, hem o gün hem de bugün Amerika için içerdeki aşırı grupların ülke dışından daha fazla tehdit altında olduğunu savunuyor. 11 Eylül sonrası milli birlik ve beraberliğin aslında oluşmadığını ve Cumhuriyetçilerin o anı parti çıkarları için kullanarak daha aşırı bir pozisyona savrulduğu tezini ileri süren Krugman, Savunma Bakanı Rumsfeld’in “alakalı alakasız hepsini süpürün” sözlerini hatırlatarak 11 Eylül’ün Irak işgali için kullanıldığını savunuyor. Krugram ayrıca “savaş zamanında en önemli şeyin vergileri indirmek olduğunu” savunan Cumhuriyetçilerin 11 Eylül sonrası ortamı zenginlere ve şirketlere vergi avantajı sağlamak için kullandıklarını belirtiyor.
11 Eylül sonrası dönemde izlenen siyaset ve uygulamalar Amerikan adalet sistemini de olumsuz etkilediği tartışılıyor. “ABD’ye karşı Usame bin Ladin” davasında başsavcı olan Nick Levin’in yazdığı bir makaleye göre 11 Eylül saldırılarının planlanması ve uygulamasında doğrudan dahli olduğu iddia edilen 5 sanığın 20 yıldır Guantanamo’da tutulması ve henüz yargı önüne çıkartılmamaları Amerikan hukuk sistemi için çok büyük bir hata. Levin’e göre birçok tutuklunun haklarında iddianame hazırlanmadan müphem bir “savaş hukuku tutuklamaları” uygulamasıyla 20 yıldır hapiste tutulmaları Amerikan tarihinde görülmemiş bir olay ve bu durum Amerikan değerleriyle bağdaşmıyor. Eski başsavcı yazısında suçluların bir an önce sivil mahkemelerde yargılanarak gecikmiş adaletin yerini bulmasının Amerikan hukuk sisteminin selameti açısından önemli olduğunu belirtiyor.
Washington Post’un 11 Eylül sonrası yaşanan süreçte Amerika’yı yeni vatan edinen göçmenlerin gözünden anlattığı bir yazıda, Irak ve Afganistan işgalleri nedeniyle Amerika’ya göç etmek zorunda kalan insanların hem ülkelerinde duydukları özlemden hem de Amerika’da yaşadıkları zorluklardan dolayı üzüntü içinde oldukları belirtiliyor. Amerika’nın Irak’ı işgal etmesiyle istikrarsızlığa sürüklenen ülkede kanlı isyanlar ve iç savaşın patlak vermesi nedeniyle binlerce insan ülkeyi terk etmişti. Amerika’da çok başarılı olan göçmenler arasında bile “ülkemiz güvenli olsaydı ve savaş olmasaydı asla Amerika’ya gelmezdik” düşüncesinde olan insanlar var. Afganistan’da da benzer bir senaryo yaşanıyor. Amerika veya NATO kuvvetleri için çalışmış olan insanlar ve onların yakınları Taliban’ın hedefinde olduğu için ülkelerini terk etmek zorunda kalıyorlar. Washington yönetimi bu kişilere farklı statülerde göçmen statüleri tanıyor. Bu gruba dahil olanların ancak yarısına yakını Afganistan’dan ayrılabilmiş. Amerika’dan özel göçmen vizesi almaya hak kazanan 80,000 kişinin Afganistan’da kaldığı belirtiliyor.
Amerikan basınında 11 Eylül’ün kurbanlarının seçici bir şekilde hatırlandığı yönündeki eleştirel yazılar da dikkat çekiyor. Bu yazılardan birinde “Asla Unutma” sloganının her sene tekrarlandığı, ikiz kulelerde hayatını kaybedenler için anma törenlerinin düzenlendiği, saldırıların yaşandığı ‘Sıfır Noktası’nda kurulan müzede o günün adeta tekrar yaşatıldığını ancak saldırılar sonrasında Amerikan hükümetinin yaptıklarının pek anılmadığının altı çiziliyor. Yazı 11 Eylül’ün Amerika içinde İç Güvenlik Bakanlığı, Vatanseverlik Yasası, Askeri Güç Kullanma Yetkisi Yasası, mahkeme izni gerektirmeyen teknik takip programları, Müslüman ülkelerden gelen göçmen ve öğrencilere uygulanan özel kayıt programlarını doğurduğuna dikkat çekiyor. Yazı terör saldırılarının ABD dışında da 20 yıllık Afganistan savaşına, Irak’ın işgaline, Guantanamo’daki süresiz tutuklamalarına, Abu Ghraib ve başka yerlerdeki işkence uygulamalarına, binlerce Amerikan askerinin ölümüne, Pakistan, Yemen, Suriye ve Somali gibi ülkelerin sıklıkla bombalanmasına, 800 binden fazla sivilin ölümüne ve tahmini 38 milyon insanın yerinden edilmesine yol açtığına vurgu yapıyor. Yazıda 11 Eylül’ün travmasını gidermek ve ‘iyileşmek’ için “sadece 11 Eylül’ün acısı ve kederini değil devletimizin uyguladığı saldırganlık ve şiddeti de unutmaması gerektiği” savunuluyor.