Kutuplarda ABD, Rusya ve Çin Rekabeti Artıyor
Dünyanın gündemi Ukrayna’nın işgali, Ortadoğu’daki çatışmalar ve İsrail-İran gerginliğiyle meşgulken, ABD ile Çin ve Rusya arasındaki rekabet dünyanın farklı bölgelerinde devam ediyor. Rusya ve Çin ortaklığı son yıllarda ABD ve NATO müttefiklerine karşı giderek daha da güçlenirken, iki grup arasında yaşanan jeopolitik güç mücadelesi Kuzey Kutbu’na (Arktik) doğru genişlemiş durumda. Bölgedeki zengin maden yataklarını ele geçirme isteği ve buzulların erimeye başlamasıyla deniz yollarının taşımaya daha elverişli hale gelmesi, bu üç gücün Arktik bölgesindeki faaliyetlerini arttırma yarışına girmesine yol açtı.
Rusya ve Çin, Arktik’teki stratejik varlıklarını güçlendirmek için on yılı aşkın bir süredir işbirliği yapıyor. Bu yakınlaşma, askeri tatbikatlar ve ortak operasyonları kapsıyor. İki ülke, bu zengin kaynaklara ve stratejik geçiş yollarına erişim sağlamak amacıyla yeteneklerini artırmayı hedefliyor. Rusya-Çin işbirliği, Arktik’te güç dengesini bozma potansiyeline sahip. Bu durum, NATO’nun bölgedeki geleneksel üstünlüğünü tehdit ederken güvenlik endişelerini artırıyor.
Arktik bölgesi hem daha kısa deniz ticareti yollarıyla hem de varlığı bilinen maden ve hidrokarbon enerji kaynaklarıyla bu üç küresel gücün yeni rekabet alanına dönüşmüş durumda. Özellikle ABD ve Çin nadir elementlere, hidrokarbon rezervlerine ve zengin doğal kaynaklara sahip Grönland üzerinde etki artırma yarışı içindeler. Bazı araştırmalara göre Grönland’ın petrol rezervleri Suudi Arabistan’ın rezervlerinin yarısına yakın. Bölge doğal gaz kaynakları açısından da oldukça zengin. Ancak bu ülkelerin adaya olan ilgisinin doğal kaynaklardan ziyade bölgenin artan jeostratejik önemiyle alakalı olduğu belirtiliyor.
Arktik bölgesi, ABD güvenlik politikaları açısından kritik öneme sahip. ABD, bölgedeki çıkarlarını korumak ve güçlendirmek için stratejik planlamalarını hızlandırırken, Rusya ve Çin’in artan işbirliği ve askeri faaliyetleri Washington için yeni bir jeopolitik meydan okuma oluşturuyor. Arktik, ABD’ye yönelik bir nükleer saldırı için Rusya açısından oldukça önemli bir konuma sahip. Bölge konumu itibariyle görüş mesafesinin düşük olması nedeniyle, Amerikan kuvvetlerinin buradan yapılacak olası bir nükleer saldırıyı tespit etme ve karşı koymasını zorlaştırıyor. Bu açıdan ABD için bölgenin kontrolü güvenlik meselesi haline gelirken ABD’ye karşı nükleer tehdidini sürdürmek isteyen Rusya da aynı nedenden dolayı bölgede hakimiyetini artırmak istiyor.
Rusya ve Çin’in Arktik’teki denizcilik, siber ve uzay yetenekleri NATO’nun bölgedeki seyrek iletişim ve veri altyapısını da tehdit eder hale gelmiş durumda. İletişim kabloları hibrid savaşa dayanacak şekilde inşa edilmemişti. Ayrıca, yetersiz radarlar, gözetleme uçakları, insansız uçaklar, denizaltı karşıtı yetenekli savaş gemileri ve uydu kapsama alanı ABD’yi Rusya’nın nükleer tehdidine karşı savunmasız bırakıyor. ABD Savunma Bakanlığı’nın 2024 Arktik stratejisinde de belirtildiği gibi, NATO’nun Arktik müttefikleriyle işbirliği hem Rusya’nın hem de Çin’in bölgedeki varlığına yetişmek için şart.
ABD eski Başkanı Donald Trump döneminde Grönland’ı satın almak istemişti. Bu durum Danimarka ile kısa bir gerginliğe yol açsa da ciddi bir soruna dönüşmemişti. Adada ABD’ye ait Thule Hava Üssü bulunuyor. ABD ve Danimarka arasında yıllar önce imzalanmış savunma anlaşması ABD ordusuna geniş yetkiler tanıyor. Nükleer füzeler ile stratejik bombardıman uçaklarına ev sahipliği yapan hava üssü, ABD Uzay Komutanlığı ve Kuzey Amerika Hava Sahası Savunma Komutanlığı tarafından kullanılıyor.
Çin ise 2016 yılında Grönland’da terkedilmiş bir deniz üssünü satın almak istemiş ancak teklif Danimarka tarafından reddedilmişti. Aynı yıl Grönland yöneticileri Çin’e giderek adada uluslararası havalimanı inşası için görüşmeler yaptı. Çin 2018 yılında bölgedeki deniz yollarında etkinliğini arttırmak için ¨Kutup İpek Yolu¨ stratejisini açıklamıştı.
Çin Rusya ile özellikle Arktik bölgesindeki enerji sektöründe geliştirdiği işbirliği ile etkinliğini artırarak bölgede aktör olmaya çalışıyor. ABD rekabet içinde bulunduğu Çin’in genel olarak Arktik, özelde de Grönland dahilinde geliştirdiği ilişkilerden hiç memnun değil. Çin’in adaya olan ilgisi Pentagon’u alarma geçirmişti. Çin’in bu bölgede hava sahası elde etmesine fırsat tanımak istemeyen Washington yönetimi Kopenhag’la anlaşarak Çin’i engellemişti.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olan Rusya, Çin ve ABD, Kuzey Kutbu kıyılarındaki kaynaklara sahip olma hakkına sahip bulunuyor. Ancak, doğalgaz rezervleri yasal sınırların ötesinde yer aldığından, bu ülkeler arasında bölgedeki doğal kaynaklar üzerinde yoğun bir rekabet yaşanıyor. Çin, 2018’de yayınladığı “Kuzey Kutbu Politikası Bülteni” ile Arktik’teki varlığını güçlendirme çabalarını somutlaştırmış ve bölgeyi Kuşak-Yol Projesi’nin bir parçası olarak değerlendirmişti. Buna karşın, Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki askeri varlığını artırması ve bağımsız stratejiler geliştirmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerdeki güvensizliği artırıyor.
Rusya 2014’te Kırım’ı işgal etmesinden bu yana Kuzey Kutbu’ndaki gücünü arttırıyor. Bu çabaları sırasında eriyen buzullar ülke için hem fırsatlar hem de zorluklar yaratmış durumda. Buzulların erimesi Rusya’nın kuzeyindeki deniz yolunun kullanılabilir hale gelmesini sağlayarak Moskova’nın Asya ile Avrupa arasında kargo taşıyan ticari gemiler için kısa nakliye rotaları sağlıyor. Ancak daha fazla trafik aynı zamanda Rusya’nın batıda Barents Denizi’nden doğuda Bering Boğazı’na kadar uzanan Arktik kıyı şeridi üzerindeki kontrolünün de tehdit altında olduğu anlamına geliyor. Rusya, ABD ve diğer devletler ile Kuzey Denizi rotasının uluslararası sulardan mı yoksa Rusya’nın iç sularından mı geçtiği konusunda anlaşmazlık yaşıyor.
Kuzey Kutup bölgesindeki gelişmeler, sadece bölgesel değil, küresel güvenlik ve ekonomi politikalarını derinden etkileyecek nitelikte. Arktik politikasını Rusya ve Çin’e karşı güvenlik stratejisi çerçevesinde şekillendiren Washington yönetimi, bu iki ülkenin yükselişini engellemeyi hedeflerken NATO ile işbirliğini güçlendirmeye çalışıyor. Rusya ve Çin’in bölgedeki artan işbirliği, ABD ve NATO’nun geleneksel hakimiyetine doğrudan bir meydan okuma niteliği taşırken uluslararası güvenlik ve stratejik istikrar açısından önemli riskler barındırıyor.