Geçiş Süreci ve Kabine Atamaları
2024 başkanlık seçimlerini kazanarak ABD’nin 47. Başkanı olarak seçilen Donald Trump’ın Beyaz Saray’a yeniden dönüş sürecinde, geçiş ekibi salı günü Biden yönetimi ile anlaşmaya vardığını açıkladı. Bu kapsamda Trump yönetimi, federal kurumlarla bilgi paylaşımı yapabilecek ve kurumlar tarafından yapılan brifinglere erişebilecek. Ancak Trump ekibinin Adalet Bakanlığı ile güvenlik izinleri için gerekli olan anlaşmayı henüz imzalamamış olması, ulusal güvenlik başta olmak üzere kritik konuların aktarımında aksamalara yol açabileceği endişelerini gündeme taşıdı. Özellikle Trump’ın geçiş sürecinde kamu kaynaklarını kullanmak yerine kendi fonlarını kullanacağını açıklaması, birçok kişi tarafından etik tartışmalara sebep oldu. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, geçiş sürecine ilişkin kaygıların giderilmesi için anlaşmaya varılmasının önemine vurgu yapıldı. Trump’ın kabinesine atamayı planladığı isimler ise kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor.
Başkanlık geçiş süreci, yeni bir başkanlık dönemine hazırlık aşamasını ifade ediyor ve bu süreç, yeni bir başkanın göreve başlamasını veya mevcut başkanın ikinci dönemine geçişini kapsıyor. Geçiş ekipleri, seçim kampanyalarından bağımsız olarak faaliyet gösteren ve başkanlık vaatlerini yönetime dönüştürmek için çalışan yasal olarak ayrı kuruluşlar olarak işlev görüyor. Bu ekipler, yeni dönemin temel yönetim gündemini belirlemek, federal kurumların bu hedeflere nasıl katkıda bulunacağını değerlendirmek ve 4.000’den fazla başkanlık atamasını koordine etmek gibi kritik görevleri üstleniyor. Bu bağlamda, geçiş ekipleri hem kampanya döneminde hem de seçim sonrası dönemde başkanlık politikalarını şekillendiren önemli bir rol oynuyor.
Geçiş ekibi ile Biden yönetimi arasında bir uzlaşma sağlansa da bu durum Trump yönetiminin doğrudan göreve başlaması için yeterli olmuyor. Özellikle kabinesine atamayı düşündüğü bazı isimlerin Senato onayına ihtiyaç duyması ve yönetimde düşündüğü bazı tartışmalı isimler Trump yönetimini bekleyen ilk büyük tehlike olarak yorumlanabilir. Trump’ın kabinesine milyarder finansçılar Scott Bessent ve Howard Lutnick’i dahil etmesi, ekonomi politikalarında Wall Street etkisinin ne kadar belirleyici olacağına dair soru işaretlerini artırdı. Bessent, Hazine Bakanlığı için seçilirken, Lutnick Ticaret Bakanlığı görevine aday gösterildi. Bu atamalar, Trump’ın “mavi yakalılar için ekonomik büyüme” vaatlerini gerçekleştirme iddialarını desteklemek yerine, zenginlerin daha fazla fayda sağlayacağı bir sistemin kurulacağına dair eleştirileri beraberinde getirdi.
Trump’ın milyarder finansçılara verdiği bu roller yalnızca ekonomi politikalarını değil, aynı zamanda yönetim içinde olası çatışmaları da tetikleyebilir. Daha önceki yönetimlerde olduğu gibi, piyasa dostu politikaları savunan Wall Street kökenli danışmanlar ile daha korumacı ve popülist ekonomi politikalarından yana olan isimler arasında gerilim yaşanabilir. Trump’ın ticaret danışmanları arasında yer alan ve daha korumacı bir yaklaşımı savunan Robert Lighthizer ve Peter Navarro gibi isimlerin yeni dönemdeki rolü henüz netleşmiş değil. Bu bağlamda, Hazine Bakanı Bessent ve Ticaret Bakanı Lutnick’in Wall Street geçmişi, Trump’ın kabinesindeki dengeyi etkileyebilir.
Trump yönetiminin bir diğer tartışmalı seçimi olarak Elon Musk ve Vivek Ramaswamy’i Hükümet Verimliliği Departmanı’nın (DOGE) başına getireceğini açıklaması öne çıktı. DOGE’nin temel hedefi, federal harcamaları azaltarak devlet yapısını küçültmek ve 428 federal kurumun sayısını 99’a indirmek olarak tanımlanıyor. Seçim sürecinde Trump’a verdiği destekle dikkat çeken Musk, yıllık federal bütçeden 2 trilyon dolarlık bir kesinti yapılması gerektiğini ve bu reformların uzun vadede Amerikan ekonomisini daha verimli hale getireceğini savunuyor. Ancak bu hedefler, 1,5 milyon federal çalışanın işini kaybetmesi gibi ciddi sonuçlar yaratabileceği için eleştirilere yol açıyor. Ayrıca bu tür bir küçültmenin, gıda yardımları gibi sosyal hizmetlerden savunma harcamalarına kadar birçok alanda işleyişi aksatabileceği düşünülüyor.
DOGE’nin yönetimine Elon Musk’ın atanması, federal hükümetle derin ticari ilişkileri bulunan bir kişinin çıkar çatışması potansiyelini artırdığı için etik kaygılar da oluşturdu. Musk’ın sahibi olduğu SpaceX ve Tesla gibi şirketler, federal hükümetle milyarlarca dolarlık sözleşmelere sahipken, bu sözleşmelerin denetlenmesi ve düzenlenmesi konusunda Musk’ın etkili bir pozisyona getirilmesi, şeffaflık ve adalet açısından ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Trump bu hafta, dış politika konuları arasında kritik bir yere sahip olan Ukrayna-Rusya savaşı noktasında da eski bir korgeneral olan Keith Kellogg’u özel temsilci olarak atadığını duyurdu. Kellogg’un planı, Ukrayna’ya askeri desteğin devam etmesini ancak bu yardımların barış görüşmelerine katılım şartına bağlanmasını içeriyor. Ayrıca NATO üyeliği talebinin askıya alınması ve Rusya’ya sınırlı yaptırım muafiyeti sağlanarak barışa teşvik edilmesi gibi unsurlar yer alıyor. Kellogg’un planı, savaşın sona erdirilmesinde diplomasiyi öne çıkarırken, Ukrayna’nın topraklarının belirli bir kısmından vazgeçmesini de içermesi nedeniyle tartışmalı bulunuyor. Planın pratikte nasıl bir karşılık bulacağı henüz bilinmiyor.
Trump’ın atamalarına yönelik eleştiriler gelmeye devam ederken, yeni kabine üyelerinin ve yönetim adaylarının son günlerde şiddet ve tehdit içerikli saldırıların hedefi olduğu iddiaları da gündeme geldi. Trump’ın geçiş ekibi sözcüsü Karoline Leavitt, bu tehditlerin bombalı saldırı uyarılarından sahte acil durum çağrılarına kadar farklı boyutlarda gerçekleştiğini belirtti. Leavitt, tehditlere maruz kalan isimler arasında Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi olarak aday gösterilen Elise Stefanik, Tarım Bakanı adayı Brooke Rollins, Savunma Bakanı adayı Pete Hegseth ve Çalışma Bakanı adayı Lori Chavez-DeRemer gibi isimlerin yer aldığını ifade etti. Ayrıca Trump’ın Adalet Bakanı olarak önerdiği ancak geçtiğimiz hafta görevden çekildiğini açıklayan Matt Gaetz’in de çeşitli tehditlere maruz kaldığı belirtildi. FBI, bu tehditlere karşı yerel güvenlik birimleriyle koordinasyon içinde çalıştığını ve tüm tehditlerin ciddiyetle ele alındığını açıkladı. Bu tehditler, siyasette artan kutuplaşmayı ve şiddet eğilimlerini gözler önüne seriyor.
Donald Trump’ın geçiş dönemi ve yeni atamaları, sadece iç politikada değil, küresel düzeyde de önemli tartışmalara yol açıyor. Kabinesine dahil ettiği isimler ve izlemeyi planladığı politikalar, yönetimin hangi yöne evrileceği konusunda belirsizlikleri artırıyor. Hem ekonomi politikalarında hem de dış politikada alınacak kararların, önümüzdeki dört yılın yalnızca Amerikan toplumu için değil, uluslararası ilişkiler açısından da etkili olacağı görülüyor. Yönetimde yer vermeyi planladığı tartışmalı isimlerin varlığı ise Trump kabinesinin Senato’dan onay almasını zorlaştıran en önemli unsur olarak değerlendirilebilir.