ABD Başkanı Trump: ‘Ukrayna Kaybettiği Toprakları Geri Alabilir’
BM Genel Kurulu için New York’ta bulunan Başkan Donald Trump, Ukrayna savaşı konusunda Washington’un yaklaşımında önemli bir değişime işaret eden açıklamalarda bulundu. Zelenski ile yaptığı görüşmenin ardından sosyal medya hesabından bir mesaj paylaşan Trump, ilk kez Kiev’in kaybettiği tüm toprakları geri alabileceğini ifade etti. Rusya’yı “kâğıttan kaplan” olarak tanımlayan Trump, NATO hava sahasını ihlal eden Rus uçaklarının vurulabileceğini söyledi. Göreve geldiği günden bu yana Putin’e yakın duran, Ukrayna’ya karşı suçlayıcı ifadeler kullanan ve Moskova’ya fazla baskı yapmaktan kaçınan Trump, bu kez farklı bir yaklaşım ortaya koydu. Trump bu çıkışıyla uzun süredir Rusya’ya karşı izlediği ılımlı yaklaşımdan vazgeçtiğini gösterirken Washington’ın güvenilirliğini yeniden tesis etmesi için söylemden ziyade daha somut adımlar atması gerekiyor.
Trump’ın ani politika değişimi hem sahadaki gelişmeler hem de diplomatik hayal kırıklıklarıyla ilişkilendiriliyor. Alaska’da yapılan ancak sonuç alınamayan zirvenin ardından Trump, Putin ile kişisel bağları üzerinden çözüm bulma umutlarını yitirdiğini açıklamıştı. Moskova’ya karşı daha yumuşak bir dil kullanan, Putin’i dışlamaktan kaçınan ve Ukrayna’yı suçlayıcı ifadelerle eleştiren Trump, bu yaklaşımıyla savaşı diplomasi yoluyla bitebileceğine inanıyordu. Ancak Putin’in görüşmelerde herhangi bir taviz vermemesi ve Ukrayna’ya yönelik saldırılarını artması Trump’ın politika değişikliğine gitmesine neden oldu.
İstihbarat raporlarının Rusya’nın ekonomik ve askeri olarak ciddi zorluklar yaşadığını ortaya koymasının da Trump’ın politika değişikliğinde etkili olduğu belirtiliyor. Trump’ın son açıklamalarında Rusya’ya yönelik ifadelerin sertleştiği görülüyor. Kremlin’in ekonomik açıdan darboğaza girdiği ve askeri operasyonlarının giderek amaçsız bir hal aldığı yönündeki değerlendirmeler, Washington’un Moskova’yı artık daha zayıf bir aktör olarak konumlandırdığını gösteriyor. Özellikle Trump’ın Rusya’yı “kâğıttan kaplan” olarak nitelendirmesi, nükleer kapasitesi yüksek bir ülkenin caydırıcılık iddiasını gölgeleyen ve uluslararası alanda itibarı zedeleyebilecek bir söylem niteliği taşıyor.
Uzman değerlendirmelerine göre Rusya, önümüzdeki dönemde hem askeri kapasitesinde hem de ekonomik yapısında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Ordu, mevcut savaş temposunu sürdürmekte zorlanırken savunma sanayisinin üretim kapasitesinin bu yükü uzun vadede taşıyamayacağı vurgulanıyor. Benzer şekilde, gönüllü asker temininin azalması nedeniyle Kremlin’in istemese de yeni bir seferberliğe yönelmek zorunda kalabileceği belirtiliyor. Ekonomide ise savaş harcamalarının artışı, enflasyon, iş gücü açığı ve rezervlerin erimesi giderek daha büyük baskı unsurları yaratıyor. Bu koşullar, birkaç yıl içinde Putin’i zor kararlarla yüzleşmeye itebilir. ABD açısından bu durum, Ukrayna’ya verilecek sürekli ve artan destekle Rusya’yı müzakerelerde taviz vermeye yöneltecek bir fırsat olarak değerlendiriliyor.
Raporlara göre Moskova, yüksek savaş harcamaları ve Batı yaptırımlarının baskısı altında ekonomik kaynaklarını hızla tüketiyor. Enerji gelirlerine bağımlılık devam etse de bu gelirler artık savaş ekonomisinin ağır yükünü karşılamada yetersiz kalıyor. Askeri cephede ise kayıplar ve yıpranma, Rusya’nın operasyonel kapasitesini azaltırken yeni bir ivme kazanmasını zorlaştırıyor. Ayrıca Kremlin’in içeride artan toplumsal baskılar ve uluslararası tecritle karşı karşıya olduğu vurgulanıyor. Bu tablo, Washington’un Rusya’yı daha kırılgan bir aktör olarak değerlendirmesine yol açarken, Ukrayna’ya verilen desteğin sonuç getirebileceği yönündeki inancı da güçlendiriyor.
Trump’ın Ukrayna’nın kaybettiği tüm toprakları geri alabileceğine dair açıklaması, doğal olarak Kırım’ın da bu kapsama girip girmediği sorusunu gündeme getirdi. Trump açıkça Kırım’dan söz etmese de “savaşın başladığı sınırlar” ve “ülkenin orijinal formu” ifadeleri, 2014’te Rusya tarafından ilhak edilen bu bölgeyi de ima eden bir söylem olarak yorumlandı. ABD’nin önceki resmi politikası, Kırım’ın Ukrayna toprağı olduğu yönündeydi ancak Washington uzun süredir bu konuda ihtiyatlı bir dil kullanıyordu. Trump’ın çıkışı ise Kırım’ın statüsünü yeniden tartışmaya açabilecek ve Moskova’ya karşı daha kapsamlı bir meydan okuma anlamı taşıyabilecek nitelikte görülüyor.
Trump’ın söylemlerini destekleyecek adımlar arasında Senato’da geniş destek gören yeni yaptırım paketini onaylaması, Rusya’ya enerji satışını sürdüren ülkelere baskı yapması ve Ukrayna’ya daha güçlü silah desteği vermesi öne çıkıyor. ABD’deki değerlendirmelere göre sahada üstünlük sağlanmadan Putin’in geri adım atması beklenmiyor. Trump’ın Zelenskiy’ye övgüleri ve Ukrayna’nın direnişini takdir etmesi, bazı danışmanlarının olumsuz tutumlarından ayrıldığını gösteriyor. Trump doğrudan savaşa sürüklenmek istemese de, Ukrayna’nın Batı ile uyumlu, bağımsız bir devlet olarak ayakta kalmasının ABD’nin çıkarına olduğu görüşü ağırlık kazanıyor. Bu nedenle, sertleşen söylemin ardından daha kararlı ve uygulamaya dönük bir politikanın izlenmesi gerektiği dile getiriliyor.
Trump’ın açıklamaları, Avrupa başkentlerinde hem memnuniyet hem de endişe ile karşılandı. Bir yandan ABD’nin Rusya’ya karşı daha sert bir çizgiye yönelmesi, özellikle Polonya ve Doğu Avrupa devletlerinde güvenlik açısından olumlu bir gelişme olarak görüldü. Bu ülkeler, uzun süredir Moskova’nın saldırgan tutumuna karşı daha güçlü bir Amerikan duruşu talep ediyordu. Ancak diğer yandan Trump’ın “iyi şanslar” ifadesiyle AB ve NATO’ya daha fazla sorumluluk yüklemesi, Washington’un yükü paylaşma arzusunu ve hatta geri çekilme ihtimalini de akla getirdi. Bu durum, bazı başkentlerde ABD’nin Ukrayna’yı yalnız bırakabileceği veya destek konusunda tutarsız davranabileceği yönünde kaygıları artırdı. Özellikle Almanya ve Fransa gibi ülkeler, Trump’ın sert söylemlerinin pratikte ne kadar somut adımlara dönüşeceğini sorguluyor. Ayrıca Avrupa kamuoyunda da ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteğin istikrarlı olup olmayacağı tartışılıyor.
Trump’ın Ukrayna politikasında sergilediği bu sertleşme, hem savaşın gidişatına dair yeni bir döneme işaret ediyor hem de Washington’un uluslararası konumunu yeniden tanımlama çabasını yansıtıyor. Ancak söylemin güçlü olması tek başına yeterli görülmüyor. Washington’dan ekonomik yaptırımların uygulanması, askeri yardımların artırılması ve NATO ile uyumlu adımların atılması gibi somut adımlar atması bekleniyor. Avrupa başkentlerinden gelen tepkiler, ABD’nin tutarlılık göstermesi gerektiğini ortaya koyuyor. Eğer Trump bu çıkışını somut politikalarla desteklerse, hem Ukrayna’nın direncini güçlendirebilir hem de Rusya’nın karşı karşıya olduğu zorlukları Batı lehine çevirebilir. Aksi halde, bu söylem değişikliği kısa vadeli bir manevra olarak kalma riski taşıyor.