ABD’den Filistin’i Tanıyacağını Açıklayan Ülkelere Tepki
Gazze’de yaşanan insani krize yönelik tepkiler hızla artarken, İsrail ve ABD’ye yönelik uluslararası baskılar da giderek yoğunlaşıyor. Geçen hafta yüzden fazla yardım kuruluşunun yayınladığı ortak bildiri, yaşanan felaketin derinliğini gözler önüne sererken Birleşmiş Milletler (BM) ve Batılı hükümetlere acil harekete geçme çağrısında bulunulmuştu. Çağrıya kulak veren BM, insani yardımın sistematik ve sürdürülebilir şekilde sağlanması, sivil ölümlerin önlenmesi ve İsrail’in yükümlülüklerini yerine getirmesi için diplomatik baskıyı artırmaya başladı. Bu hafta düzenlenen BM konferansında, İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözümün desteklenmesi yönündeki çağrı, uluslararası toplumda geniş yankı uyandırdı. Fransa, İngiltere ve Kanada’nın Filistin’i devlet olarak tanıyacaklarını ilan etmesi ise hem İsrail’in hem de ABD’nin sert tepkisine yol açtı.
BM konferansında iki devletli çözümün desteklenmesi ve İsrail’in Filistin Devleti’nin kurulmasına taahhüt etmesi yönündeki çağrı, uluslararası toplumda büyük yankı buldu. Fransa, İngiltere ve Kanada’nın Eylül 2025’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’i tanımaya yönelik kararlarını açıklamaları, Gazze’deki insani krize yönelik güçlü diplomatik mesajlar taşıdı. Bu üç ülke, tanımanın koşullarını demokratik reformlar, Hamâs’ın dahil edilmemesi ve silahsızlanma gibi kriterler üzerine kurmuş durumda. Bu gelişmeler ABD ve İsrail’den sert tepki görürken Netanyahu Filistin’in devlet olarak tanınmasını “teröre ödül” olarak nitelendirdi. Trump yönetimi de Kanada’nın ticaret anlaşmalarını aksatacağını belirterek misilleme tehdidinde bulundu.
Trump yönetimi Kanada, İngiltere ve Fransa’nın Filistin’i devlet olarak tanıma planlarını sert biçimde eleştirdi. Başkan Trump, bu adımların Hamas’ı ödüllendirdiğini ve ateşkesi zorlaştırdığını savunurken Kanada Başbakanı Mark Carney’nin kararının gelecekteki ticaret ilişkilerini bile etkileyebileceğini ima etti. Dışişleri Bakanı Rubio, müttefik liderleri “beceriksiz” olarak nitelendirip Filistin’in tanınmasının rehineler serbest bırakılmadan “anlamsız” olduğunu söyledi. Washington, insani felaketi kabul etse de İsrail’e desteğini sürdürürken, Batılı müttefiklerin Filistin’e artan sempatisinin Hamas’a propaganda avantajı sağladığını vurguladı. Ayrıca Filistin Yönetimi ve FKÖ yetkililerine yeni yaptırımlar uygulanacağı duyuruldu.
Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un bu hafta Tel Aviv’e gönderilmesi, Washington’ın Gazze’deki insani krize tamamen kayıtsız kalmadığını göstermeye çalışan bir çaba olarak öne çıkıyor. Witkoff’un ziyareti hem Gazze’de artan sivil ölümleri hem de uluslararası toplumun İsrail’e yönelik eleştirileri bağlamında gerçekleşti. İsrail Başbakanı Netanyahu ile ateşkesin yeniden canlandırılması ve yardım koridorlarının açılması konularını görüşen Witkoff, Gazze’deki yardım dağıtım merkezlerini yerinde inceledi ve ABD’nin insani yardım girişimlerini artırma çabalarını ele aldı.
Ziyaretin ardından Witkoff’un, insani yardım dağıtım planını sonuçlandırmak üzere Başkan Trump’a brifing vereceği açıklandı. Ancak, İsrail’in günlük 270 kamyon ve 32 palet havadan yardım sözü vermesine rağmen, bu miktar uluslararası kuruluşların belirttiği 700 kamyonluk ihtiyacın oldukça gerisinde kalıyor. Ayrıca, İsrail’in Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze’nin Filistin Yönetimi’ne devredilmemesi konusundaki ısrarı, ateşkes çabalarının önünde engel oluşturmaya devam ediyor.
Trump yönetiminin Gazze krizindeki politikası, İsrail’e koşulsuz destek ile insani yardım çabaları arasında çelişkili bir denge kurmaya çalışıyor, ancak bu yaklaşım ABD’nin Ortadoğu’daki arabulucu rolünü erozyona uğratıyor. Trump’ın soruna yaklaşımı ve izlediği politikalar iki devletli çözümden uzak bir vizyon sunarken, Filistin’in devlet olarak tanınmasını “Hamas’ı ödüllendirme” olarak nitelendirmesi, uluslararası toplumun İngiltere, Fransa ve Kanada gibi ülkeler tarafından desteklenen diplomatik hamleleriyle ters düşüyor. Gazze’deki insani krize yönelik yardım girişlerini artırma çabalarına rağmen, İsrail’in ablukasını doğrudan eleştirmekten kaçınması ve GHF sistemine verdiği destek, ABD’nin Filistin meselesinde tarafsız bir aktör olmaktan uzaklaştığını gösteriyor.
Uluslararası toplumun Gazze’de açlık ve yıkımı durdurmak için acilen koordineli, insani temelli ve hukuka uygun stratejiler üretmesi gerekiyor. Ancak Trump yönetiminin siyasal pazarlık esaslı yaklaşımı, bu insani felaketi çözmekten ziyade daha da karmaşık hale getiriyor. Gazze’deki kriz hem uluslararası diplomatik manevralar hem de hukuki süreçler açısından kritik bir dönüm noktasında.
Fransa, İngiltere ve Kanada’nın Filistin’i devlet olarak tanıma kararları hem Gazze’deki insani felakete hem de İsrail’in ablukasına karşı bir diplomatik tepki olarak değerlendiriliyor. Bu adımlar, BM’nin iki devletli çözüm çağrısıyla uyumlu bir mesaj verirken İsrail’e yönelik diplomatik baskıyı da artırıyor. Filistin Yönetimi bu kararları memnuniyetle karşılarken, sahadaki insani kriz için daha somut adımlar talep ediyor.
Gazze’deki insani kriz yalnızca bir açlık ve ölümler sorunu değil aynı zamanda uluslararası toplum açısından uluslararası hukuk, diplomasi ve siyasetin birlikte sınandığı çok yönlü bir çatışma alanına dönüşmüş durumda. BM’nin iki devletli çözüm çağrıları ile bazı G7 ülkelerinin Filistin’in devlet olarak tanınması yönünde aldığı diplomatik adımlar, İsrail üzerindeki baskıyı artırsa da ABD’nin politik mesafeli duruşu bu adımların etkisini sınırlıyor.
Gazze’deki insani kriz hem bölgesel istikrarı hem de küresel diplomasiyi sarsmaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in 2720 sayılı kararı, İsrail’in insani yardım koridorlarını açması, sivillerin korunması ve kıtlığın önlenmesi için acil adımlar atmasını şart koşsa da uygulamadaki eksiklikler krizi derinleştiriyor. Bu tablo karşısında Fransa, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerin Filistin’i tanıma yönünde attığı adımlar, iki devletli çözümün yeniden canlandırılması ve İsrail’e diplomatik baskının artırılması açısından kritik bir dönüm noktası olarak öne çıkıyor. Ancak İsrail’in bu hamleleri “terörü ödüllendirme” olarak nitelendirmesi ve ABD’nin koşulsuz desteğini sürdürmesi, uluslararası çabaların sahada somut sonuç üretmesini zorlaştırıyor. Yine de BM’nin aldığı kararlar ve Batılı ülkelerin Filistin’i tanıma girişimleri, uluslararası toplumun insani felaketi hafifletmek ve kalıcı bir barışın önünü açmak için daha güçlü ve koordineli adımlar atması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.