ABD’nin Yenilenebilir Enerjiden Kömüre Dönüşü
Başkan Donald Trump, Biden yönetiminin mirası olan iklim ve enerji sektörlerini doğrudan etkileyen kararlarda büyük değişiklikler yaparak, enerji sektörüne önemli avantajlar kazandıracak adımlar atmaya devam ediyor. Seçim sürecinde iklim değişikliğiyle mücadele konusunda Biden tarafından uygulanan yasaları iptal edeceğini açıklayan Trump, kampanya sürecinde de enerji sektöründen kritik isimlerle bir araya gelerek tavrını net bir şekilde göstermişti. Başkan Trump, Salı günü, kömür madenciliğini ve kömür yakımını genişletmeyi amaçlayan kararnameler imzaladı. Başta iklim aktivistleri olmak üzere, Trump’ın Biden döneminden kalan enerji politikalarında radikal değişikliklere gitmesi eleştirilerin hedefi oldu.
Kömür madenciliği, yalnızca bir ekonomik faaliyet olmanın ötesinde, özellikle ABD’nin doğusundaki Batı Virginia, Kentucky ve Pennsylvania gibi kömürle özdeşleşmiş kırsal ve dağlık bölgelerde şekillenen işçi sınıfı kültürünün temel yapıtaşlarından biri olarak kabul ediliyor. Bu eyaletlerde, kömür, “elleriyle ülkeyi kuran” mavi yakalı Amerikalı kimliğinin sembolü haline getirilerek fiziksel dayanıklılık, fedakârlık ve onur gibi değerlerle özdeşleştiriliyor. Bu bağlamda, kömür, emek kültürünün romantize edildiği, işçinin adeta bir halk kahramanı olarak temsil edildiği bir anlam taşıyor.
Son yıllarda, iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında uygulamaya konan enerji politikaları ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, kömür madenciliğini yalnızca ekonomik değil, kültürel açıdan da bir gerileme sürecine soktu. Bu dönüşüm, özellikle muhafazakâr siyasetçiler tarafından “unutulmuş Amerikalılar” olarak tanımlanan kitlenin yaşadığı mağduriyetin sembolü olarak sahiplenildi ve muhafazakar siyasetçiler tarafından kömür, yalnızca bir enerji kaynağı olmaktan çok, kaybedilen bir çağın, direnişin ve nostaljinin politik temsili haline getirildi. Bu bağlamda, kömür Amerikan siyasal ve kültürel söyleminde toplumsal dönüşümlere karşı duyulan tepkinin de güçlü bir metaforu olarak değerlendirilebilir.
Her ne kadar kömür madenciliği Amerikan kültüründe önemli bir yer tutsa da son yirmi yılda, kömürle çalışan enerji santrallerinin üretim kapasitesi belirgin biçimde azaldı. 2000’li yılların başında yaklaşık 300.000 megawatt civarında olan kömür kapasitesi, özellikle 2010 sonrası dönemde hızla geriledi. Bu düşüş yalnızca çevresel kaygılarla değil, aynı zamanda ekonomik ve yapısal değişimlerle de ilişkili görülüyor. İlginç bir şekilde, kömür madenciliğini savunmasıyla bilinen Donald Trump’ın ilk başkanlığı döneminde, kömür kapasitesinde Barack Obama ve Joe Biden dönemlerine kıyasla daha fazla bir küçülme yaşandı. Bu durum, enerji sektöründeki dönüşümün yalnızca siyasal tercihlerle değil, aynı zamanda piyasa koşulları ve teknolojik gelişmelerle şekillendiğini ortaya koyuyor.
2025 sonrası için yapılan tahminlere göre, mevcut kömür kapasitesinin yaklaşık yarısının 2050 yılına kadar devre dışı kalacağı öngörülmektedir. Enerji Enformasyon İdaresi’ne göre ise kömür yakan santraller, ABD elektriğinin %20’sinden daha azını üretiyor; bu oran 2000 yılında %50 iken, hidrolik kırılma ve diğer sondaj tekniklerinin doğal gaz üretimini arttırmasıyla birlikte %50’ye düştü. Güneş ve rüzgar enerjisindeki büyüme de kömür kullanımını azaltan bir diğer faktör olarak değerlendirilebilir.
Biden döneminde uygulanan iklim politikaları, enerji sektörünün tepkisini çekmişti. Trump da bu tepkileri kullanarak enerji politikalarında radikal değişiklikler vaat etmişti. Bu bağlamda, muhafazakârlar tarafından hazırlanan tartışmalı politika önerilerinin yer aldığı Project 2025 planı, Trump’ın enerji sektöründeki politikalarının arka planını oluşturuyor. Project 2025, iklim değişikliğiyle mücadele için Paris İklim Anlaşması’ndan çıkılmasını ve yenilenebilir enerjiye yönelik araştırma ve yatırımlar için ayrılan federal fonların kesilmesini önerirken, yeni başkana “petrol ve doğal gaza karşı savaşı durdurma” çağrısında bulunmuştu. Trump da bu raporla paralel bir şekilde göreve geldiği ilk gün imzaladığı kararnamede, ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekildiğini açıkladı ve bu süreçte yenilenebilir enerji kaynaklarına ayrılan fonları önemli ölçüde kesti.
Salı günü Başkan Trump’ın imzaladığı kararnameler de enerji alanında atılan son adımlar oldu. Kömür madencilerine hitap eden Trump, “Terk edilmiş bir sektörü geri getiriyoruz” diyerek, kömür madencilerine sektörü genişleterek yeni iş imkânları oluşturacaklarını ifade etti. Trump’ın kararnameleri, kömür üretimi alanında 1950’lerde uygulanan yasalardaki yetkilere benzer yetkilerin verilmesi ve önümüzdeki yıllarda kapanması beklenen eski kömür madenlerinin kurtarılması gibi projelere yer veriyor.
Trump’ın imzaladığı kararnamelerden biri de, kömür gibi fosil yakıt enerji kaynaklarının gelişmesini engellemeyi amaçlayan eyalet yasalarının tespit edilip iptal edilmesini öngörüyor. Bu bağlamda Trump yönetiminin hedefinde kritik Demokrat eyaletler yer alırken bu durumdan en çok etkilenecek eyaletin California olması bekleniyor. İmzalanan kararnamelerin ardından Enerji Bakanlığı, yeni kömür teknolojileri de dahil olmak üzere kredi programları için 200 milyar dolarlık finansman sağlayacağını açıkladı.
Trump, konuşmasında Demokrat Parti’nin enerji politikalarına yönelik eleştirilerini de yineledi. 2016 yılında Hillary Clinton’a karşı yürüttüğü kampanya sırasında, Clinton’ın madencileri eğitim alarak farklı sektörlere, özellikle yüksek teknoloji endüstrisi gibi kritik sektörlere yönlendirme projesini hatırlatarak dalga geçti. Trump, kömürün çok güçlü dayanıklı ve güvenli yakıt olduğunu ifade ederken kömürün çevre üzerinde yarattığı etkiler hakkında hiçbir yorum yapmaması dikkat çekti .
Trump’ın son imzaladığı kararnameler ve açıklamaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde önemli bir tezat ortaya koyuyor. Kömürün enerji sektöründeki payının azalmasında en büyük etkiyi doğalgaz oluşturuyor. Geçtiğimiz yıllarda kömür yakımından kaynaklanan kirliliği engellemek için yapılan düzenlemeler, kömür kullanımını büyük üreticiler için daha pahalı hale getirdi. Ancak bu noktada kömüre duyulan rağbeti azaltan en önemli etken doğalgaz oldu. Elektrik şirketleri, kömürün yerine, yandığında kömürden daha az karbondioksit salan daha ucuz gazı kullanmaya başladı.
2019 yılında The Rand Journal of Economics’te yayınlanan bir çalışmaya göre, enerji piyasaları ve düşük doğal gaz fiyatları, 2005-2015 yılları arasında kömür santrallerinin karlılığındaki düşüşün neredeyse tamamından ve bunun sonucunda yüzlerce kömürlü termik santralin işlemsiz kalmasından sorumlu. Çalışmada, “Çevresel düzenlemelerin bu sonuçlar üzerinde çok az etkisi oldu” ifadeleri de kömür kullanımının azalmasından Trump’ın iddia ettiği gibi bir etkinin olmadığını ortaya koyuyor. Geleneksel enerji sektörünün her alanına destek vermeye çalışan Trump, kömür kullanımını sonlandıran doğal gaz üretimini artırmak için projeler geliştirmesiyle bir tezatı ortaya koyuyor. “Drill, baby, drill” sloganıyla daha fazla sondaj yapılarak doğalgaz üretimini artırmayı amaçlayan Trump’ın doğal gaz politikası, kömür üretimi üzerindeki baskıyı daha da artırabilir.
Trump’ın açıklamalarının hemen ardından, kömür endüstrisinin önemli firmalarının borsa değerlerinde %10’a yakın artışlar görüldü. Ancak, kömürün kullanımını artırmak ve sektördeki dönüşümleri gerçekleştirmek kolay olmayacaktır. Dolayısıyla Trump’ın açıklamaları ve imzaladığı kararnamelerle birlikte sektörde oluşan hareketliliğin uzun vadede devam etmesi beklenmiyor.
Trump yönetimi, kömür madenciliği ve enerji sektöründeki politikalarıyla, ABD’deki enerji politikalarını önemli ölçüde dönüştürmeyi amaçlıyor. İklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik politikaları ve yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımları kısıtlama kararı, hem çevresel hem de ekonomik açıdan büyük değişimlere yol açtı. Ancak, kömürün yeniden canlandırılması ve doğalgazın artan kullanımının getirdiği zorluklar, sektördeki dönüşümün önünde önemli engeller oluşturuyor. Trump’ın enerji politikaları, sektördeki geleneksel enerji kaynaklarına olan ilgiyi artırmayı hedeflerken, bu stratejinin uzun vadede başarılı olup olmayacağı ise belirsizliğini koruyor. Kömür endüstrisinin güçlenmesine yönelik atılacak adımlar, aynı zamanda çevresel kaygıları göz ardı eden yaklaşımı yansıtıyor.