Dış Politikada İlk 100 Gün
20 Ocak’ta ikinci kez başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump, görevdeki ilk 100 gününde aldığı hızlı ve sert kararlarla küresel dengeleri alt üst eden bir yaklaşım sergiledi. Göreve başlar başlamaz rekor sayıda başkanlık kararnamesi imzalayan Trump adeta gövde gösterisi yaptı. “Önce Amerika” sloganı çerçevesinde hareket eden Trump’ın ilk icraatlarından bazıları ABD’yi Dünya Sağlık Örgütü ve Paris İklim Anlaşmalarından çıkarmak ve NATO ile ilişkileri sorgulamak oldu. Uluslararası kurumlardan ayrılan, anlaşmaları fesheden ve dış dünyaya karşı daha izolasyonist bir yaklaşım sergileyen Trump’ın hamleleri müttefiklerle ilişkilerde güven bunalımı yaratırken ABD dış politikasında köklü bir paradigma değişikliğine gidileceğinin güçlü sinyallerini verdi.
Trump’ın NATO ile ilişkileri de ilk dönemine benzer şekilde gergin bir seyir izledi. NATO üyelerini savunma harcamalarını artırmaya zorlayan söylemlerine devam eden Trump, özellikle GSYİH’nın %2’sini savunma bütçesine ayırma taahhüdünü yerine getirmeyen ülkelere sert eleştiriler yönelterek bu oranın %5’e çıkarılması talep etti. NATO’nun kolektif savunma ilkesine olan bağlılığı konusunda belirsizlik yaratan açıklamalar yapan Trump, ittifaktan çekilme yönünde somut bir adım atmış değil. Avrupa’daki müttefikler, Trump’ın öngörülemez tutumundan endişe duyarken, NATO içinde diplomatik çabalar ve liderler arası görüşmelerle ilişkileri dengeleme girişimleri öne çıkıyor.
Trump’ın açıkladığı gümrük tarifeleri ve Çin ile yaşanan ticaret savaşı, küresel ticarette gerginlikleri artırarak ekonomik belirsizlikleri derinleştirdi. Trump, özellikle Çin, Kanada ve Meksika gibi büyük ticaret ortaklarına yönelik yüksek gümrük vergileri getirdi. Çin’e uygulanan tarifeler bazı ürünlerde %145’e ulaşırken, Kanada ve Meksika’ya %25’lik ek vergiler açıklandı. 2 Nisan’da ilan edilen “Kurtuluş Günü” tarifeleriyle, 185 ülkeye %10 ila %50 arasında değişen oranlarda vergilerin açıklanması küresel borsalarda dalgalanmalar ve diğer ülkelerin misillemelerine yol açtı.
Trump, bu politikayla ABD üretimini canlandırmayı, dış ticaret açığını kapatmayı ve istihdamı artırmayı hedeflese de artan maliyetler ve enflasyon riski, özellikle ithalata bağımlı sektörlerde endişe yaratıyor. Çin’in %125’lik misilleme vergileri ve AB ile Kanada’nın karşı adımları, ticaret savaşlarının küresel ekonomiyi bir resesyona sürükleyebileceği yönündeki korkuları artırdı. Bununla birlikte, Trump’ın gümrük tarifelerini müzakere aracı olarak kullanarak bazı ülkelerle geçici anlaşmalar sağlaması topyekun bir ticaret savaşına girmek istemediği sinyalini verdi.
ABD’nin stratejik önceliğinin “Çin’i sınırlamak” olduğunu savunan Trump’ın Çin politikası ekonomik baskı, teknolojik rekabet ve jeopolitik hasımlığı merkeze alan agresif bir yaklaşımı yansıttı. Trump’ın Çin’e karşı %145’e varan tarifeler uygulayarak ticaret savaşını tırmandırması Çin’in %125’lik misilleme vergileriyle karşılık vermesine ve küresel ticarette dalgalanmalara yol açtı. Teknoloji alanında, Çinli şirketlere yönelik yaptırımları sıkılaştırırken, ABD’nin yarı iletken ihracatına yeni kısıtlamalar getirerek Çin’in teknolojik ilerlemesini engellemeyi hedefledi. Bu hamleler, ABD’nin küresel liderliğini pekiştirme ve Çin’in ekonomik etki alanını sınırlama çabası olarak öne çıksa da küresel tedarik zincirlerindeki aksamalar ve Asya-Pasifik bölgesinde artan gerilimler ekonomik ve stratejik riskleri beraberinde getirdi.
Trump’ın dış politikada en fazla önem verdiği konular arasında Ukrayna-Rusya savaşını en kısa sürede sona erdirmek vardı. Bu hedef doğrultusunda agresif bir diplomatik yaklaşım benimseyen Trump, genelde Rusya yanlısı bir söylem kullanarak Ukrayna’nın pozisyonunu zayıflattı. Bununla birlikte Putin ile telefon görüşmesi yapan Trump, Suudi Arabistan’da yüz yüze görüşme ve müzakerelere başlama konusunda anlaştı. Ukrayna’ya askeri yardımları 90 gün süreyle durdurma ve istihbarat paylaşımını kesme tehdidinde bulunan Trump, Kiev üzerindeki baskıyı artırırken Rusya’nın bazı toprak kazanımlarına olanak sağladı. ABD ve Ukrayna arasında nadir toprak elementleri anlaşması imzalamak için Ukrayna Lideri Zelenski’yi Beyaz Saray’a davet eden Trump burada mevkidaşına karşı sergilediği tavırla bir diplomatik krize imza atınca taraflar anlaşmayı ertelemek zorunda kalmıştı. Anlaşma ancak 30 Nisan’da imzalanabildi.
Süreç boyunca Zelenski’yi “diktatör” olarak nitelendirip Rusya ile barış görüşmelerine katılmaya zorlayan Trump, Kırım’ın resmi olarak Rusya’ya bırakılmasını önerdi ve Ukrayna’nın NATO’ya girme hedefinden vazgeçmesi gerektiğini savundu. Trump’ın politikaları Moskova lehine bir barışa yol açabileceği eleştirilerine neden olurken bu süreç, Trump’ın barış anlaşmasını kendi liderlik mirası için bir araç olarak gördüğünü, ancak Ukrayna’nın egemenlik haklarını koruma konusunda yetersiz kaldığı yönünde eleştirile maruz kaldı.
Trump’ın İsrail-Hamas çatışması ve Gazze’nin durumuyla ilgili izlediği politikalar, tartışmalı ve İsrail yanlısı bir çizgide şekillendi. 19 Ocak’ta Katar, Mısır ve ABD arabuluculuğunda sağlanan üç aşamalı ateşkes anlaşmasını destekleyen Trump, Hamas’ın rehineleri serbest bırakması konusunda yaptırım ve askeri müdahale tehdidinde bulunarak baskı kurmaya çalıştı. 4 Şubat’ta Netanyahu ile yaptığı basın toplantısında, “Gazze’nin ABD tarafından devralınacağını” ve Gazzelilerin başka bölgelere yerleştirilmesi gerektiğini öne sürerek uluslararası hukuka aykırı bir tehcir planı sunan Trump, bölge ülkeleri ve BM tarafından sert şekilde eleştirildi.
Gazze’ye insani yardım ulaşımı konusunda fazla çaba sarfetmeyen Trump, İsrail’e 7,4 milyar dolarlık silah satışını onaylamış ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Netanyahu’yu hedef alan soruşturmalar nedeniyle yaptırım uygulamıştı. Bu politikalar, Trump’ın Hamas’ı Gazze’den tamamen çıkarmayı ve İsrail’in güvenliğini öncelemeyi hedeflediğini gösterirken Filistinlilerin haklarını göz ardı ettiği ve bölgedeki insani krizi derinleştirebileceği yönünde kaygıları artırdı.
Trump’ın ikinci döneminin ilk yüz gününde izlemiş olduğu agresif ve çoğu zaman tek taraflı dış politika, kısa vadede Washington’ın pazarlık gücünü belirgin biçimde artırmış görünse de müttefik ülkeler arasında derin bir güvensizlik, uluslararası kurumsal düzende ise istikrarsızlaştırıcı bir etki yarattı. NATO’dan ticaret rejimine, Ukrayna-Rusya savaşından Gazze krizine kadar uzanan geniş bir yelpazede sergilenen “şok ve müzakere” yöntemi, ABD’nin askerî-ekonomik kapasitesini ön plana çıkarırken uzun vadeli stratejik öngörülebilirliği zedelemiş oldu.