İsrail’in Katar’a Saldırısı Amerika’yı Sorgulatıyor
İsrail hava kuvvetlerinin Katar’ın başkenti Doha’da Hamas liderlerini hedef alan saldırısı, bölgede tansiyonun yeniden yükselmesine neden oldu. Saldırı, yalnızca bölgesel bir güvenlik krizi değil, aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu’daki rolünü ve uluslararası düzenin kırılganlığını sorgulatan bir gelişme oldu. Washington’un en yakın müttefiklerinden biri olan Katar’ın hedef alınması, barış görüşmelerine aracılık eden bir ülkeye doğrudan meydan okuma niteliği taşırken, Trump yönetiminin çelişkili tepkisi ABD’nin güvenilirliğine dair tartışmaları derinleştirdi.
Uluslararası toplumun sert kınamaları ve bölgesel aktörlerin endişeli tepkileri, saldırının yalnızca Hamas’a değil, barış mekanizmalarına yönelmiş bir darbe olarak algılandığını gösterdi. İsrail’in güvenlik önceliklerini her şeyin önüne koyan bağımsız tutumunu net bir şekilde ortaya koyan saldırı, bölgeyi daha geniş çaplı bir çatışmaya sürükleme potansiyeli nedeniyle küresel diplomasinin merkezine oturdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yaptığı açıklamada Katar’a yapılan saldırıyı kınadı. ABD’nin de aralarında bulunduğu 15 üyenin tamamı tarafından onaylanan bu bildiri, İsrail’le ilgili konularda nadiren görülen bir birliktelik sergiledi.
Trump yönetimi, İsrail’in Doha’daki saldırısına karşı net bir tavır koymak yerine çelişkili bir duruş sergiledi. Katar’ı “güçlü bir müttefik” olarak tanımlayan Trump, saldırının “yanlış yerde” yapıldığını vurgularken aynı açıklamada Hamas’ın ortadan kaldırılmasını “meşru bir hedef” olarak savundu. Saldırıyı “akıllıca bulmadığını” söyleyen Trump, İsrail’e herhangi bir yaptırım uygulamadı. Trump ayrıca saldırıyı İsrail’den değil, ABD ordusundan öğrendiğini belirterek Netanyahu’ya tepkisini dile getirdi, ancak bunu diplomatik baskıya dönüştürmedi. Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt de hem Katar’ın egemenliğinin ihlal edildiğini kabul edip hem de Hamas’ın hedef alınmasını haklı göstererek Washington’un tutarsızlığını pekiştirdi. Trump yönetimi, bir yandan İsrail’e örtük destek verirken diğer yandan Katar ile bozulan ilişkileri telafi etmeye çalışıyor fakat bu çelişkili tavır, ABD’nin bölgedeki güvenilirliğini daha da zayıflatıyor.
Trump’ın Netanyahu’dan Katar’a yeniden saldırmama sözü istediği ancak Netanyahu’nun gerekirse yeni saldırılar düzenleyebileceğini ima ettiği kaydedildi. Trump’ın kendisine bilgi verilmeden gerçekleşen bu operasyon karşısında öfkelendiği, Katar liderlerinin ise saldırıyı “ihanet” olarak niteleyerek Washington’la güvenlik ortaklıklarını gözden geçirme tehdidinde bulunduğu bildirildi. Beyaz Saray, Katar’la iş birliğinin güçlü olduğunu savunsa da olay hem ABD’nin bölgedeki güvenilirliğini hem de İsrail’in uluslararası konumunu zedelemiş durumda. Netanyahu, saldırıyı ABD’nin 11 Eylül sonrası El Kaide’ye karşı yürüttüğü operasyonlara benzeterek meşrulaştırmaya çalışırken, Katar ve diğer Körfez ülkeleri bunun uluslararası hukukun ihlali ve “devlet terörü” olduğunu vurguluyor.
Katar, ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssüne ev sahipliği yapmasına ve Washington’la yakın ilişkilerine rağmen, İsrail’in operasyonuna karşı korunamadı. Saldırı, ABD’nin sağladığı güvenlik garantilerinin böyle bir durumda devreye girmediğini gösterdi. Saldırı, Katar’ın ABD’nin talebiyle üstlendiği arabuluculuk rolünü zora sokarken Körfez ülkelerinde “Amerikan korumasının güvenilirliği?” sorgulanmaya başlandı. Saldırıda bir Katar güvenlik görevlisi ile beş Hamas üyesinin hayatını kaybettiği ve Halil el-Hayye’nin oğlunun da öldürüldüğü bildirildi. Müzakere heyetinin ise sağ kurtulduğu açıklandı. Ülkesinin müzakere rolünden vazgeçmeyeceğini vurgulayan Katar Başbakanı Abdurrahman Al Sani, İsrail Başbakanı Netanyahu’yu barış girişimlerini sabote etmekle suçladı. Saldırıyı ‘devlet terörü’ olarak nitelendiren el-Sani, İsrail’in bölgedeki hedefinin ‘Büyük İsrail’ projesini hayata geçirmek olduğunu kaydetti.
İsrail’in Doha saldırısı, uluslararası toplumda geniş çaplı kınamalara yol açtı. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri, saldırıyı uluslararası hukuk ihlali ve egemenlik gaspı olarak tanımladı. Türkiye ve Mısır, Hamas’a yönelik saldırı ihtimaline dair önceden uyarılarda bulunduklarını açıklarken, İran Hamas’a açık destek verdi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, saldırıyı “kabul edilemez” olarak nitelendirirken İngiltere Başbakanı Keir Starmer ise “öncelik ateşkes ve insani yardımlar olmalı” mesajı verdi. Suudi Arabistan dahil birçok Körfez ülkesi, çatışmanın bölgeye yayılma riskine dikkat çekti. Saldırı, barış müzakerelerini baltalayan ve İsrail’in uluslararası alandaki yalnızlığını artıran bir adım olarak değerlendirildi.
Hamas, saldırıya sert tepki göstererek, bunun yalnızca bir suikast girişimi değil, aynı zamanda barış çabalarını hedef alan siyasi bir sabotaj olduğunu açıkladı. Hareketin sözcülerinden Fevzi Berhum, saldırının “müzakere sürecine suikast” niteliği taşıdığını ve Katar ile Mısır’ın yürüttüğü arabuluculuk girişimlerini doğrudan hedef aldığını söyledi. Hamas’a göre bu saldırı, Netanyahu hükümetinin uzlaşmazlığını ve herhangi bir ateşkes ya da esir takası anlaşmasına yanaşmama iradesini açıkça ortaya koyuyor. Berhum ayrıca saldırının, Tel Aviv yönetiminin Gazze halkını açlık ve yıkıma mahkûm eden politikalarını sürdürmekte ısrar ettiğinin kanıtı olduğunu vurguladı. Hamas’ın açıklamaları, İsrail’in müzakereleri baltalama niyetinde olduğu ve bölgesel arabuluculuk mekanizmalarını felç etmeyi hedeflediği yönündeki algıyı güçlendirdi.
İsrail’in, BM ve uluslararası toplumun barış çağrılarına rağmen müzakerelerde aktif rol üstlenen Katar’a doğrudan saldırı düzenlemesi, uluslararası normları ve müttefiklerinin çıkarlarını ikinci plana iterek kendi güvenlik önceliklerini her şeyin üstünde tuttuğunu gösteriyor. Katar gibi ABD’nin yakın ortağı olan bir ülkenin hedef alınması, bölgedeki güvenlik dengelerini sarsarken aynı zamanda İsrail’in, barış girişimlerini etkisiz hale getirmeyi göze alacak kadar kararlı ve bağımsız hareket ettiğini ortaya koyuyor. Bu gelişme, müzakerelerin geleceğini belirsizliğe sürüklerken, İsrail’in diplomasi kanallarını geri plana itip askeri yöntemlere ağırlık veren, bu nedenle uluslararası alanda giderek yalnızlaşan bir çizgiye yöneldiğini gösteriyor.
İsrail’in Doha saldırısı, yalnızca Hamas’a yönelik bir askeri operasyon değil, aynı zamanda uluslararası düzenin kırılganlığını ve ABD’nin güvenlik şemsiyesinin sorgulanmasını beraberinde getiren kritik bir dönemeç oldu. Trump yönetiminin çelişkili tepkileri Washington’un güvenilirliğini zayıflatırken, Katar gibi kilit bir müttefikin hedef alınması Körfez ülkelerinde derin endişe yarattı. Uluslararası kınamalara rağmen Netanyahu hükümetinin geri adım atmaması, İsrail’in güvenlik önceliklerini diplomasiye üstün tutmaya devam edeceğini gösteriyor. Bu durum, barış müzakerelerinin geleceğini belirsizleştirirken, bölgesel istikrarsızlığın küresel diplomasiye daha fazla yük bindireceği yeni bir döneme işaret ediyor.