Trump Onayladı, İsrail Ateşkesi Bozdu
İsrail, 18 Mart gecesi Gazze’ye yönelik geniş çaplı saldırılar düzenleyerek Biden döneminde sağlanan ateşkes anlaşmasını tek taraflı olarak bozdu. İsrail ordusunun saldırıları, ocak ayında yürürlüğe girmiş olan ateşkes sürecini resmen sonlandırırken bölgedeki insani kriz yeniden tırmanmaya başladı. Gazze Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre saldırılarda 400’den fazla Filistinli hayatını kaybetti. İsrail Başbakanı Netanyahu ateşkesin Hamas tarafından bozulduğunu ve örgütün daha fazla rehine bırakmayı reddettiğini savunurken uzmanlar ateşkesin çöküşünde İsrail’deki iç siyasi kaygıların daha belirleyici olduğu tezini ön plana çıkarıyor.
Katar, Mısır ve ABD’nin arabuluculuğunda sağlanan ateşkes, İsrail ile Hamas arasında uzun süredir devam eden çatışmalara yaklaşık iki aylık bir ara vermişti. Anlaşmanın ilk aşaması, sınırlı bir esir takası ve Gazze’ye insani yardım girişini içeriyordu. İkinci aşama müzakereleri, İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmeyi reddetmesi ve Hamas’ın daha fazla rehineyi serbest bırakmak için ek garantiler talep etmesi nedeniyle tıkanmıştı.
İsrail yönetimi ateşkesi bozmasının temel gerekçesi olarak, Hamas’ın kalıcı ateşkes için görüşmelerde daha fazla rehineyi serbest bırakmayı reddetmesini gösterirken birçok uzman İsrail tarafının kalıcı ateşkes görüşmelerine girmeyi reddederek anlaşmayı ihlal ettiğini savunuyor. Uzmanlar İsrail’in ateşkes anlaşmasını tam olarak uygulamamak amacıyla kasıtlı olarak bozduğunu ve bunu da Trump yönetiminden aldığı destek sayesinde gerçekleştirdiğini savunuyor.
Trump yönetimi, başlangıçta Hamas ile sağlanan ateşkeste önemli bir rol üstlenmesine rağmen, daha sonra İsrail’in ateşkesi bozmasına zemin hazırlayan sert politikalar izlemeye başlamıştı. Yönetim, Netanyahu hükümetinin ateşkesi bozmasına açıkça destek vererek Hamas’a karşı yeniden askeri müdahalede bulunmasına yeşil ışık yakmış oldu. Beyaz Saray, Netanyahu’nun Washington’a danıştığını ve ateşkesi bozma ve Gazze’ye saldırma kararını Trump’ın onayıyla hayata geçirdiğini açıkladı.
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, Trump’ın İsrail’e destek olmaktan korkmadığını belirterek, “Sadece İsrail’i değil Amerika’yı terörize etmek isteyen herkes bunun bedelini ödeyecektir” ifadelerini kullandı. BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin geçici büyükelçisi Dorothy Shea da İsrail’in eylemlerini savunarak sorumluluğun tamamen Hamas’a ait olduğunu ifade etti. Shea’nın İsrail’i savunması ABD’nin İsrail’in askeri operasyonlarını meşrulaştırma çabası olarak değerlendiriliyor.
Trump’ın geçen hafta söylediği “rehineler serbest bırakılmazsa kıyamet kopar” ifadesinin de Netanyahu hükümetinin saldırı kararını cesaretlendirdiği belirtiliyor. Ayrıca İsrail’in saldırılar öncesinde ABD ile yaptığı görüşmeler ve operasyonun Amerikan onayıyla gerçekleştiğine dair açıklamalar, saldırıların uluslararası kamuoyunda tepki görmesine rağmen ABD’nin İsrail’e desteğini açıkça sürdürdüğünü gösteriyor.
Trump’ın Gazze’deki Filistin nüfusunu kalıcı olarak başka yerlere yerleştirip bölgeyi ABD mülkiyetine geçirme planının da barış sürecine zarar verdiği ve istikrar bozucu bir rol oynadığı belirtiliyor. Trump’ın planı Filistinliler ve bölgedeki Arap ülkeleri tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Plan, uluslararası hukuku ihlal edeceği gerekçesiyle eleştirilirken, Netanyahu yönetimi öneriye olumlu yaklaşarak Trump’la aynı çizgide hareket etmişti. Gelinen noktada, Trump yönetiminin İsrail’e verdiği tam destek ve baskıcı söylemleri, ateşkesin sona ermesi ve Gazze’ye yeniden geniş çaplı askeri operasyon düzenlenmesinde belirleyici etken oldu.
İsrail tarafından yapılan resmî açıklamaya göre, saldırılar Hamas’ın askeri altyapısını hedef alıyor. Netanyahu, “Bu sadece başlangıç” diyerek operasyonların süreceğini ima ederken uzmanlar, bu hamlenin yalnızca askeri değil, aynı zamanda siyasi bir boyut taşıdığını düşünüyor. Netanyahu’nun iç politikada yaşadığı baskılar, koalisyon içindeki aşırı sağcı müttefiklerinin talepleri ve uluslararası toplumdan gelen eleştirilere karşı bir güç gösterisi ihtiyacı, bu saldırıları tetikleyen unsurlar arasında sayılıyor.
İsrail’de aşırı sağcı grupların başından beri anlaşmaya karşı oldukları biliniyor. Özellikle Hamas’ın tamamen saf dışı edilememesi ve çok sayıda Filistinlinin serbest bırakılması gibi konularda Netanyahu hükümetine sert eleştiriler yöneltiliyordu. Öncelikli olarak kendi siyasi pozisyonunu ve iktidarının devamını düşünen Netanyahu’nun zaten kırılgan ilerleyen ateşkes sürecini her an bitirebileceği öngörülürken ateşkesin devamı için Trump’ın kararlı bir tutum sergilemesi ve Netanyahu’ya baskı kurması gerekiyordu.
Netanyahu muhaliflerine göre de İsrail’in yeniden saldırılara başlamasının altında siyasi iç dinamikler yatıyor. Netanyahu’nun ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasını uygulamaya sokmanın kendi siyasi kariyerini riske atacağı endişesiyle hareket ettiği ileri sürülüyor. Özellikle hükümet ortağı olan aşırı sağcı isimlerin ateşkesin devamına karşı çıkması ve Netanyahu’yu hükümeti düşürmekle tehdit etmesinin, saldırıların başlatılmasında etkili olduğu kaydediliyor. Ayrıca, Netanyahu’nun ulaşılması mümkün olmayan Hamas’ı tamamen yok etme hedefini bahane ederek ateşkesten çekildiği ifade ediliyor.
Hamas’ın saldırılar öncesinde ateşkesin ikinci aşamasına geçilmesi konusunda ısrarcı olduğu ama İsrail’in, anlaşmanın orijinal şartlarını yerine getirmeden yeni talepler öne sürdüğü belirtilirken Trump yönetiminin de getirdiği yeni şartlar nedeniyle bunun gerçekleşmediği ifade ediliyor. İsrail ve Hamas arasındaki üç aşamalı ateşkeste, altı hafta süren ve karşılıklı rehine ve tutuklu değişimi içeren ilk aşamanın ardından ikinci faza geçilememişti. 19 Ocak’ta yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasına göre, İsrail’in askerlerini Mısır-Gazze sınırı boyunca uzanan Philadelphi koridorundan çekmesi, savaşı sona erdirmesi, kalan rehinelerin geri verilmesi ve karşılığında daha fazla Filistinli mahkûmun serbest bırakılması için müzakerelerin yoğunlaşması gerekiyordu. Arabulucular, ateşkesin ilk aşamasının 1 Mart’ta sona ermesinden bu yana sorunları çözmeye çalışıyordu.
ABD, yeni bir rehine takası dahil olmak üzere ilk aşamanın Nisan ortasına kadar uzatılmasını önermişti. ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, geçen hafta İsrailli 5 rehinenin serbest bırakılması, 10 rehineye ait cansız bedenin İsrail’e teslim edilmesi ve Gazze’ye insani yardım girişinin yeniden başlaması karşılığında ateşkesin birkaç hafta uzatılmasını öngören güncellenmiş bir öneride bulunmuştu. Ateşkesin Ramazan Bayramı ve Yahudilerin Hamursuz Bayramı sonuna kadar uzatılmasını öneren yeni teklif, Hamas’ın rehineleri ateşkesin ilk gününde teslim etmesini öngörüyordu.
Witkoff’un ortaya koyduğu yeni öneriler, İsrail’in ateşkes anlaşmasından farklı talepler getirmesine ve Hamas’ın bunları reddetmesine neden oldu. Trump yönetiminin, ateşkesin bozulmasını Hamas’ın rehineleri bırakmamasına bağlaması ve İsrail’e koşulsuz destek vermesi de bölgede tansiyonun artmasına ve çatışmaların şiddetlenmesine zemin hazırladı.
İnsani yardım kuruluşları ve uluslararası insan hakları grupları da saldırıların Gazze’deki insani durumu hızla kötüleştirdiğine dikkat çekiyor. Bölgede zaten ağır olan ekonomik ve insani koşullar, saldırılar sonrası daha da kötüleşmiş durumda. Elektrik kesintileri ve temiz suya erişimdeki ciddi sorunlar, özellikle çocuklar ve yaşlıların yaşamını daha da zorlaştırdı. Ayrıca uluslararası toplumdan gelen çağrılar ve diplomatik girişimler, ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği nedeniyle etkisiz kalıyor.
İsrail’in iç siyasi baskıları ve Netanyahu’nun aşırı sağcı müttefiklerinden gelen talepler, ateşkesin sürdürülmesini güçleştirirken Trump yönetiminin İsrail’e verdiği koşulsuz destek, uluslararası arabuluculuk çabalarını büyük ölçüde sekteye uğrattı. Gazze’deki insani durumun hızla kötüleşmesi ve uluslararası kamuoyunun bu sürece etkili biçimde müdahil olamaması, sorunun derinleşmesine neden oluyor. ABD desteğinin İsrail’in bölgesel politikalarını sertleştirebileceği ve kalıcı barış için yürütülen diplomatik çabaları baltalayabileceği konusunda uyarılar dikkat çekerken savaşın devamının yalnızca İsrail-Filistin sorununu değil aynı zamanda bölgesel dinamikleri ve ABD’nin Ortadoğu politikasını etkilemesi bekleniyor.