Trump’tan Putin’e Ültimatom
Başkan Trump, Rusya’nın Ukrayna ile devam eden savaşta barış anlaşmasına yanaşmaması durumunda 50 gün içinde ağır yaptırımlar uygulayacağı yönünde sert bir uyarıda bulundu. Ültimatom niteliği taşıyan açıklama, Trump’ın Ukrayna-Rusya savaşını sona erdirmek için izlediği politikada önemli bir dönüşüm olarak yorumlandı. Bu gelişmeye paralel olarak ABD’nin Ukrayna’ya NATO ve Avrupa üzerinden silah göndereceği duyuruldu. Trump yönetiminin tutumunda gözlemlenen bu değişim, hem ABD’nin dış politikasında hem de NATO ittifakı içinde yankı buldu.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’yi Beyaz Saray’da ağırlayan Trump, yapılan görüşme sırasında, Rusya’ya yönelik sert bir ultimatom verdi. Trump’ın tehdidi yalnızca Moskova’yı hedef almıyor. Açıklamaya göre, 50 günlük süre içinde bir barış anlaşması sağlanmaması halinde yalnızca Rusya’ya değil, aynı zamanda onunla enerji, tarım ve silah ticareti yapan ülkelere de %100’e varan “ikincil yaptırımlar” uygulanacak. Bu tür yaptırımların temel amacı, Rus ekonomisini yalnızca doğrudan değil, dolaylı yollardan da baskı altına almak. Çin ve Hindistan gibi Rus petrolünün en büyük ithalatçıları ile Türkiye, BAE ve Brezilya gibi diğer kilit ticaret ortakları bu baskıdan etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor.
Trump, seçim kampanyasında Ukrayna’daki savaşı hızlı bir şekilde çözme vaadinde bulunmuş, ancak bu iddialı söylem süreç içinde değişikliğe uğrayarak daha uzun vadeli bir perspektife dönüşmüştü. Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte, Washington’ın aktif arabuluculuğunda gerçekleşen görüşmeler ilk başlarda umut veriyordu. Ancak Rusya’nın müzakere sürecinde bile saldırılarına ara vermemesi ve büyük çaplı saldırılar gerçekleştirmesi sonrasında Trump barış anlaşmasına dair inancını yitirmeye başladı.
Trump, Ukrayna’ya karşı mesafeli bir tutum sergilerken, Putin’e yakın bir yaklaşım benimsemişti ve kişisel ilişkilerini kullanarak Ukrayna-Rusya savaşını hızla çözebileceğini öne sürmüştü. Ancak, son haftalarda Putin’in barış görüşmelerinde ilerleme kaydetmemesi ve Ukrayna’ya yönelik yoğun saldırılar, Trump’ın sabrını taşırdı. Trump’ın NATO üzerinden Ukrayna’ya Patriot hava savunma sistemleri gibi ileri silahlar gönderilmesi kararını desteklemesi ve Rusya’ya 50 gün içinde anlaşma olmazsa ağır yaptırımlar uygulanacağı ültimatomu vermesi, tutumunda sert bir değişim olduğunu gösteriyor. Daha önce “Putin’le konuşuyorum, her şey güzel görünüyor, sonra gece Kyiv’e füzeler yağıyor” diyerek hayal kırıklığını ifade eden Trump, artık konuşmaların bir anlamı kalmadığını belirterek Rusya’ya karşı daha kararlı bir dış politika çizgisine yöneleceği izlenimi verdi.
Trump yönetimi yalnızca Rusya’ya yönelik tehditlerle değil, aynı zamanda fiili yardımlarla da Ukrayna’ya desteğini pekiştiriyor. NATO Genel Sekreteri ile yapılan görüşmelerin ardından, ABD’nin Ukrayna’ya doğrudan değil ama Avrupa üzerinden silah göndereceği duyuruldu. Bu silahlar arasında Patriot hava savunma sistemleri gibi ileri teknoloji ürünleri de bulunuyor. Avrupa ülkelerinin bu silahları kendi bütçeleriyle satın alarak Ukrayna’ya iletecek olması, Trump’ın hem mali yükü Avrupa’ya aktarma hem de Ukrayna’ya etkin destek sağlama stratejisini yansıtıyor.
Trump’ın 50 günlük ültimatomu uluslararası düzeyde hem umut hem de endişe yarattı. Yaptırımlar yalnızca Rusya’yı değil, onunla ticari ilişkileri sürdüren onlarca ülkeyi ilgilendiriyor. Özellikle Çin, Hindistan, Türkiye, Brezilya ve BAE gibi Rusya ile yoğun enerji, gübre ve finansal ticaret yürüten ülkeler, ikincil yaptırımlar tehdidi karşısında ekonomik baskı altına girebilir. Bu ülkeler, Rus petrolü, gazı, uranyumu ve gübreleri gibi temel ürünleri ithal ederek kendi iç pazarlarının ihtiyaçlarını karşılıyor; bu ticaretin kesintiye uğraması enerji ve gıda fiyatlarında dalgalanmalara neden olabilir.
Avrupa ülkeleri Trump’ın Ukrayna’ya destek stratejisini olumlu karşılasa da ikincil yaptırımların Almanya gibi büyük Rusya ithalatçılarını da dolaylı etkileme ihtimali endişe doğurdu. Danimarka gibi bazı ülkeler, Avrupa’nın bu yaptırımlara karşı “orantılı karşı önlemler” alabileceğini belirtti. Kısacası, Trump’ın baskısı Rusya’yı değil, aynı zamanda küresel ekonomik ilişkileri de hedef alıyor; bu da ABD’nin dış politik hamlesini klasik yaptırımların ötesine taşıyan çok katmanlı bir stratejiye dönüştürüyor.
Trump’ın sertleşen tavrı, Kongre’den de destek buldu. Cumhuriyetçi Lindsey Graham ve Demokrat Richard Blumenthal’ın sunduğu “2025 Rusya Yaptırım Yasası” yalnızca Rusya’ya değil onunla ticaret yapan ülkelere de %500’e varan tarifeler uygulanmasını öngörüyor. 85 senatörün desteklediği tasarı, Trump yönetiminin Rusya’ya ültimatom ile uyumlu bir şekilde, Rusya ile ticaret yapan ülkeleri caydırmayı amaçlıyor. Ancak, tasarının Temsilciler Meclisi’nde aynı desteği görüp görmeyeceği belirsizliğini koruyor. Trump’ın bu tasarıya olan yaklaşımı da temkinli. “Buna ihtiyacımız olduğundan emin değilim” diyerek yaptırımların zamanlamasını kendi kontrolünde tutmak istediğini gösteriyor.
Rusya, Trump’ın ültimatomuna sert ve meydan okuyucu bir yanıt verdi. Eski Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, tehdidi “tiyatral bir ültimatom” olarak nitelendirerek Rusya’nın bu tür baskılara aldırmayacağını ve kendi çıkarlarını koruyacağını belirtti. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Ryabkov ise ültimatomların kabul edilemez olduğunu vurgulayarak Moskova’nın diplomatik yolları tercih ettiğini, ancak ABD yaptırımlarının Rusya’nın politikalarını değiştirmeyeceğini ifade etti. Aynı dönemde, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik yoğun drone ve füze saldırıları, özellikle 12 Temmuz’daki 728 drone ve 13 füze ile gerçekleştirilen büyük çaplı saldırı, Moskova’nın barış görüşmelerine sıcak bakmadığını ve askeri operasyonlarını sürdürme kararlılığında olduğunu gösterdi. Bu tepkiler, Rusya’nın ABD’nin yaptırımlarına boyun eğmeye niyeti olmadığını ortaya koyuyor.