Ekonomi Verileri Cumhuriyetçileri Zorluyor
Son yapılan kamuoyu araştırmaları, ABD Başkanı Donald Trump’ın görev onay oranının %39’a gerilediğini gösteriyor. Bu düşüşün başlıca nedeni olarak, ekonomiye ilişkin artan memnuniyetsizlik öne çıkıyor. Özellikle Trump’ın ikinci döneminde ekonomik performansa dair olumsuz algı, onay oranlarındaki gerilemeyi hızlandırmış durumda. Seçmenlerin yalnızca %33’ü Trump’ın ekonomik sorunları ele alış biçimini onayladığını belirtirken, bu oran başkanın ikinci döneminin başından bu yana ölçülen en düşük seviye olarak kaydedildi. 2026 ara seçimleri yaklaşırken işsizlik oranındaki artış, enflasyonun hedeflenen seviyeye gelmemesi, geçim sıkıntısı tartışmaları ve sağlık sigortası özelinde devam eden gerilim Cumhuriyetçilerin Kongre aritmetiğini kaybetmesine neden olabilir.
Hayat pahalılığı, enflasyon ve temel tüketim maddelerindeki fiyat artışları, seçmenlerin en fazla rahatsızlık duyduğu başlıkların başında geliyor. Ekonomiye dair hoşnutsuzluk yalnızca genel seçmen kitlesiyle sınırlı kalmıyor. Trump’ın kendi seçmen tabanında da ciddi bir tepki olduğu görülüyor. Bu tepki, Trump’ın 2024 seçim kampanyasında sıkça vurguladığı “enflasyonla mücadele” ve “geçim sıkıntısını azaltma” vaatlerinin seçmen nezdinde yeterince karşılık bulmadığını ortaya koyuyor. Gıda fiyatlarındaki artış, seçmenlerin ekonomik değerlendirmelerinde öne çıkan unsurlardan biri olmaya devam ediyor. Araştırmalara göre Amerikalıların %55’i, bu artıştan kısmen Trump yönetiminin politikalarını sorumlu tutuyor. Sağlık, konut ve market harcamaları gibi gündelik yaşam giderleri, ekonomik algının şekillenmesinde belirleyici rol oynuyor. Bu tablo, özellikle 2026 ara seçimleri yaklaşırken Trump ve Cumhuriyetçi Parti için önemli bir siyasi riski beraberinde getiriyor.
Trump ise kamuoyundaki bu olumsuz tabloyu reddetmeyi sürdürüyor. Artan yaşam maliyetiyle ilgili endişeleri “Demokratlar tarafından oluşturulmuş bir aldatmaca” olarak niteleyen Trump, ABD ekonomisinin “altın çağ” yaşadığını savunuyor ve enflasyonun hızla düşüşe geçtiğini iddia ediyor. Bu hafta açıklanan işsizlik oranı da ekonomik gidişatın istenilen düzeyde olmadığını ortaya koyuyor. Kasım ayı işsizlik oranı %4.6’ya yükselerek 2021’den bu yana görülen en yüksek seviyeye ulaştı.
Kasım ayı enflasyon verileri, ABD ekonomisinin gidişatına dair karmaşık bir tabloyu yeniden gündeme getirdi. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), kasım ayında yıllık bazda %2,7 artarak %3,1’lik piyasa beklentisinin altında kaldı. Bu durum, enflasyonun beklenenden daha hızlı bir şekilde yavaşladığı izlenimini verse de, 43 gün süren hükümet kapanmasının veri toplama sürecini aksatması, açıklanan verilerin güvenilirliğine dair soru işaretleri doğuruyor. Ayrıca ekim ayına ait TÜFE raporunun yayımlanamamış olması ve kasım ayındaki fiyat ölçümlerinin büyük ölçüde Kasım indirimleri dönemine denk gelmesi, verilerde aşağı yönlü bir sapmaya yol açmış olabilir.
Amerikan Merkez Bankası (Fed) da geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği toplantıda, iş gücü piyasasındaki yavaşlamaya yanıt olarak faiz oranını %3.5–3.75 aralığına çekti. Fed Başkanı Jerome Powell, istihdam piyasasında beklenenden daha yavaş bir soğuma yaşandığını ifade etti. Bu, yıl içinde yapılan üçüncü faiz indirimi oldu. Özellikle eylül ayında işsizlik oranının yükselmesi ve çekirdek enflasyonun %2.8’e çıkması, Fed’in daha temkinli bir yaklaşım benimsemesine neden oldu. Alınan kararın arka planında 43 gün süren hükümet kapanmasının önemli bir etkisi bulunuyor. Bu süreçte, Çalışma Bakanlığı da dahil olmak üzere birçok federal kurum, ekonomik analizler için kritik öneme sahip verileri toplayamadı. Özellikle üretici fiyatları, ithalat-ihracat rakamları ve eyalet düzeyindeki istihdam verileri gibi temel göstergelere erişim sağlanamadı. Bu nedenle Fed, kararlarını yalnızca Eylül ayına ait sınırlı verilere dayanarak almak zorunda kaldı.
Tüm bu ekonomik gelişmelerin yanı sıra, siyasi baskılar da Fed’in bağımsızlığı konusunda tartışmalara zemin hazırlıyor. Bu baskının somut örneklerinden biri, Trump’ın Beyaz Saray danışmanlarından Stephen Miran’ın Fed yönetimine atanması olmuştu. Miran son iki toplantıda 50 baz puanlık faiz indirimi çağrısında bulunarak Trump’ın ajandasını kurul toplantılarına taşımış oldu. Fed başkanının görev süresinin önümüzdeki aylarda bitecek olması da bu siyasi gerilimi besliyor. Potansiyel adaylar arasında Ulusal Ekonomi Konseyi (NEC) Direktörü Kevin Hassett öne çıkıyor. Ancak Hassett’in olası başkanlığı, Trump yönetimi içinde ciddi tartışmalara yol açıyor. ABD basınına yansıyan bilgilere göre Beyaz Saray’daki bazı yetkililer, Hassett’in politika belirleme süreçlerinde pasif kaldığını ve daha çok kamuoyunda başkanın ekonomi söylemlerini savunmakla ön plana çıktığını öne sürüyor. Fed başkanlığı için diğer olası adaylar arasında eski Fed yöneticisi Kevin Warsh ve mevcut Fed Yönetim Kurulu üyesi Christopher Waller da öne çıkıyor. Warsh’ın, Fed’in yapısında daha köklü bir dönüşüme öncülük edebileceği, Waller’ın ise faiz indirimi konusunda daha güçlü ve ikna edici bir tutum sergileyebileceği değerlendiriliyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında Trump yönetimi, süregelen ekonomik zorlukları ve artan yaşam maliyetini meşrulaştırmaya çalışıyor. Başkan Trump’ın “geçim sıkıntısı” tartışmalarını ciddiye almaması kamuoyunda ve Cumhuriyetçi cephede ciddi tepkiyle karşılandı. Bu açıklamaların ardından Başkan Yardımcısı JD Vance, daha yumuşak bir ton benimsedi. Zorlu çocukluk anılarına atıfta bulunan Vance, yaşam maliyeti kriziyle mücadele eden ailelere empatiyle yaklaşmayı tercih etti. Gıda ve ilaç arasında seçim yapmak zorunda kalan haneleri örnek vererek ekonomik sıkıntının gerçekliğine vurgu yaptı. Vance ayrıca “2026, ekonomik atılım yılı olacak” şeklinde açıklama yaparak seçmenlere umut vaad etmeye de devam ediyor.
Geçim sıkıntısı tartışmalarında sağlık sigortaları meselesi de önemli bir gündem maddesi olarak öne çıkıyor. Trump yönetimi, Obama döneminde getirilen sağlık sigortası sübvansiyonlarını uzatmayı reddetmiş ve bu nedenle Demokratların bütçeyi onaylamaması, Amerikan tarihinin en uzun hükümet kapanmasına yol açmıştı. Bazı Demokrat vekiller, Cumhuriyetçilerin yıl sonu gelmeden sağlık sigortaları için ayrı bir yasa çıkaracaklarına dair verdikleri sözlere güvenerek bütçeye onay vermişti. Ancak bugüne kadar Demokratları tatmin edecek bir adım atılmış değil.
Demokratlar, sağlık sigortası sübvansiyonlarının üç yıl daha uzatılmasını talep ederken, Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın bu konuda bir yasa teklifini gündeme almaması, süreci tıkadı. Bunun üzerine Demokratlar, “zorunlu oylama dilekçesi” (discharge petition) mekanizmasını devreye soktu. Bu yöntem, Meclis gündeminde olmayan bir tasarının doğrudan oylanmasını mümkün kılıyor, ancak 218 imza şartı bulunuyor. 4 Cumhuriyetçi vekilin de desteğini alan Demokratlar dilekçenin gündeme gelmesini başardı. 4 kişinin parti politikası dışında hareket ederek Demokratlara destek vermesi tepkiyle karşılandı. Ancak bu 4 isim de Demokratların güçlü olduğu bölgelerde küçük farklarla seçimleri kazanan isimler olmasıyla dikkat çekiyor. Sağlık sigortalarına verilen destek kesilirse ortaya çıkacak siyasi fatura özellikle kritik bölgelerde yarışacak Cumhuriyetçi siyasetçiler aleyhine bir durum ortaya çıkarabilir.
2026 ara seçimlerine doğru ilerlerken, ekonomik memnuniyetsizlik, sağlık politikalarındaki krizler ve iç parti gerilimleri Cumhuriyetçileri zorlu bir kampanya sürecine itiyor. Başkan Trump’ın ekonomik söylemleriyle tabanı konsolide etme çabaları, yaşam maliyeti gibi somut sorunlar karşısında etkisini yitiriyor. Buna karşın Demokratlar, sağlık sigortası sübvansiyonları ve geçim krizi gibi doğrudan seçmeni etkileyen alanlarda adım atarak seçim stratejilerini belirginleştiriyor. Kamuoyu yoklamalarındaki gerileme ve ekonomik kırılganlıklar göz önüne alındığında, Cumhuriyetçi Parti’nin mevcut ekonomik gerçekliği inkâr eden söylemlerle 2026’daki dengeleri lehine çevirmesi giderek zorlaşıyor.