ABD’nin Barış Planı Transatlantik Ayrışmayı Derinleştiriyor
Rusya-Ukrayna savaşını yıl sonuna kadar bitirmeyi amaçlayan Başkan Trump, Avrupa ve Ukrayna üzerinde diplomatik baskıyı artırıyor. Trump yönetiminin hızlandırılmış barış diplomasisi yalnızca çatışmayı sonlandırmaya dönük bir girişim olmaktan çıkıp, Avrupa ile ABD arasında derin bir stratejik tartışmanın merkezine yerleşmiş durumda. Washington’ın önerdiği barış planları hem Rusya’nın gelecekteki uluslararası konumunu hem de Ukrayna’nın savaş sonrası yeniden yapılanmasının finansal mimarisini köklü biçimde yeniden tanımlamayı hedefliyor. Bu tasarım, Avrupa başkentlerinde ciddi endişeler yaratırken transatlantik ittifak içinde de çok derin fikir ayrılıklarına yol açıyor.
Washington’ın hazırladığı taslak belgeler, savaş sonrası düzeni “ekonomik entegrasyon yoluyla güvenlik” anlayışı çerçevesinde yeniden kurmayı amaçlıyor. Trump yönetiminin önerdiği model, Avrupa’da dondurulmuş halde tutulan yaklaşık 200 milyar dolarlık Rus varlığının yalnızca Ukrayna’nın kısa vadeli askeri ihtiyaçlarını finanse etmek için harcanmasını değil, bu fonların Amerikan finans çevrelerinin yönetiminde dev bir yatırım havuzuna dönüştürülmesini öngörüyor. Bu yaklaşım, özel sermayenin devreye alınarak söz konusu varlıkların katlanarak büyütülmesi, ardından bu sermayeyle Ukrayna’da büyük ölçekli altyapı, enerji ve teknoloji projeleri yürütülmesi üzerine kurulu.
Washington bu model aracılığıyla yalnızca Ukrayna’nın yeniden inşasını finanse etmeyi değil, Rusya’nın orta vadede kontrollü biçimde küresel ekonomiye yeniden entegre edilmesini amaçlıyor. Bu yaklaşımın temel varsayımı, ekonomik karşılıklı bağımlılığın uzun vadeli barış için askerî caydırıcılıktan daha etkili bir mekanizma yaratabileceği yönünde. ABD’nin öngördüğü düzende Amerikan enerji, teknoloji, madencilik ve finans şirketleri Rusya’nın stratejik sektörlerine girerek hem yatırım akışını yönlendirecek hem de Moskova’nın gelecekteki davranışlarını piyasa teşvikleri üzerinden şekillendirecek bir kaldıraç elde edecek. Böylece Rusya’nın Avrupa’ya enerji tedarikinde yeniden rol üstlenmesi, ancak bu kez ABD merkezli şirketlerin gözetimi ve finansal mimarisi içinde gerçekleşmesi planlanıyor.
Avrupa ülkeleri, Trump yönetiminin son barış planını Ukrayna’nın egemenliği ve Avrupa güvenliği açısından ciddi bir geri adım olarak görüyor. Onlara göre öneri, Rusya’nın şu anda kontrol ettiği alanlardan daha fazlasının Moskova’ya bırakılmasını öngörerek Putin’i işgal nedeniyle fiilen ödüllendiriyor. Ayrıca, özellikle enerji bağımlılığının kırılması için büyük bedeller ödedikleri bir dönemde, Rusya’nın hızlı bir ekonomik rehabilitasyonuna sıcak bakmıyor. Washington’ın önerdiği model, Avrupa’nın 2022’den bu yana attığı enerji bağımsızlığı adımlarını tersyüz edecek nitelikte görülüyor.
Avrupa perspektifinden, Rusya’nın yeniden dünya ekonomisine entegre edilmesi, yalnızca mevcut savaşın değil, gelecekteki potansiyel saldırganlığın da güçlenmesine yol açabilir. Dolayısıyla ABD’nin ekonomik açılım önerileri, Avrupa’nın uzun vadeli güvenlik doktriniyle temel bir uyumsuzluk taşıyor. Ayrıca, Öneride Ukrayna’nın NATO’ya katılması engellenirken, buna karşılık sunulan güvenlik garantileri de son derece belirsiz ve Rusya’nın gelecekte yeni saldırılar gerçekleştirmesini engellemekten uzak. Bu nedenle tartışma artık yalnızca savaşın nasıl biteceği değil, Avrupa’nın Rusya ile nasıl bir gelecek öngördüğü sorusuna dönüşmüş durumda.
Washington, savaşın uzamasının ABD’de yarattığı politik ve ekonomik maliyetleri gerekçe göstererek Kiev’in müzakerelerde daha “gerçekçi” davranması gerektiğini savunuyor. Bu çerçevede Ukrayna’dan toprak düzenlemeleri, güvenlik garantilerinin kapsamı ve seçim takvimi gibi kritik başlıklarda esneklik göstermesi isteniyor. Trump’ın söylemleri, Ukrayna’nın sahada avantaj kaybettiği ve bu nedenle masada daha fazla taviz vermesi gerektiği yönünde bir algı yaratarak Kiev üzerinde baskı oluşturuyor. Yönetimin bu tutumu, Ukrayna’yı hem askeri hem de siyasi açılardan sıkıştırarak, Washington’ın kendi hızlandırılmış barış planına uyum sağlamaya zorlaması şeklinde okunuyor.
Bu baskı, Ukrayna’nın iç politikasında da yankı buluyor. Seçimlerin yeniden gündeme gelmesi, savaş koşullarında siyasi meşruiyeti güçlendirme arayışının bir parçası olarak yorumlanabilir. Ancak Ukrayna yönetimi, toprak tavizleri konusunda hâlâ net bir şekilde direniyor ve güvenlik garantileri sağlanmadan herhangi bir geri adımın sürdürülebilir olmayacağını savunuyor. Bu noktada Avrupa ile Ukrayna benzer bir çizgide duruyor: Güvenlik garantisi olmadan yapılacak her türlü taviz, yalnızca geçici değil, aynı zamanda tehlikeli olarak görülüyor.
Müzakerelerin en çetin başlığı, savaş sonrası güvenlik düzeninin nasıl kurulacağı ve Ukrayna’nın gelecekteki saldırılardan nasıl korunacağı. ABD, resmi NATO üyeliği yerine “NATO benzeri” bir güvenlik formülü üzerinde çalışıyor. Avrupa ve Ukrayna ise daha bağlayıcı bir garantinin gerekliliğini vurguluyor. ABD ekonomik teşvikleri müzakerelerin ana motivasyonu olarak görürken, Avrupa güvenliğin stratejik altyapısını garanti altına almadan hiçbir ekonomik planın anlamlı olmayacağını düşünüyor. Güvenlik garantilerine ilişkin ayrışma, sürecin neden bu kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Ukrayna, güvence olmadan taviz vermek istemiyor; Avrupa ise güvence olmadan Ukrayna’yı desteklemeyi sürdüremeyeceğini ifade ediyor; ABD ise güvence konusunda aşırı bağlayıcı bir formülden kaçınarak esnek bir çözüm arıyor.
Moskova yönetimi ise müzakerelerin yarattığı ekonomik ve siyasi karmaşadan fayda sağlamayı hedefliyor. ABD’nin sunduğu ekonomik entegrasyon vizyonu hem yaptırımların hafifletilmesi hem de uluslararası finans sistemine geri dönüş yolunu açtığı için Moskova açısından büyük bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Bunun karşılığında Rusya’nın ateşkes ve sınırlı tavizler sunabileceği konuşulsa da Avrupa, bu yaklaşımın Rusya’nın yeniden güçlenmesine ve gelecekte daha büyük tehditler oluşturmasına zemin hazırlayacağı konusunda kararlı bir uyarı sunuyor.
ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşını sonlandırmaya yönelik barış girişimleri savaş sonrası Avrupa düzenini, enerji mimarisini ve Rusya’nın küresel sistemdeki yerini yeniden tanımlamayı amaçlayan bir stratejiye dönüşmeye başladı. Washington’ın ekonomik entegrasyon odaklı yaklaşımı ile Avrupa’nın güvenlik temelli doktrini arasındaki derin uyumsuzluk, barışın teknik bir müzakere değil, büyük güçler arasında geleceğin jeopolitik çerçevesi üzerine verilen daha geniş bir mücadele olduğunu ortaya koyuyor. Barış sürecinin kısa vadede kapsamlı bir çözüme ulaşması zor görünmekle birlikte, hangi vizyonun ağırlık kazanacağı yalnızca savaşın değil, aynı zamanda Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisinin uzun vadeli yönelimini de belirleyecek.













