ABD Ukrayna’ya Güvenlik Garantisi Sunuyor
Ukrayna-Rusya savaşı dördüncü yılına yaklaşırken, ABD’nin öncülüğünde Berlin’de yürütülen barış görüşmeleri, sürecin en somut ve en kritik diplomatik aşamalarından biri olarak kabul ediliyor. Süreçten memnun olan Başkan Trump, Ukrayna-Rusya savaşında “barışa hiç olmadıkları kadar yakın” olunduğunu dile getirdi. Son haftalarda yoğunlaşan temaslar, Washington’ın “yıl sonuna kadar anlaşma” hedefi doğrultusunda şekillenirken, güvenlik garantileri alanında kaydedilen ilerlemelere rağmen toprak meselesi hâlâ temel bir tıkanma noktası olarak varlığını koruyor.
Berlin’de gerçekleştirilen görüşmelerin merkezinde, Ukrayna’nın savaş sonrası güvenliğinin nasıl ve hangi kurumsal çerçeve içinde sağlanacağı sorusu yer alıyordu. Amerikan basınında çıkan haberlere göre, ABD barış görüşmelerindeki çıkmazı kırmak amacıyla Ukrayna’ya bazı güvenlik garantileri sundu. Teklif, Moskova’nın olası yeni saldırılarına karşı Kiev’in korunmasını sağlamayı ve Batı’nın Kiev’in güvenliğini uzun vadeli biçimde destekleyecek bir mekanizma oluşturmasını hedefliyor. Güvenlik garantilerinin detayları henüz kamuoyuna resmî olarak açıklanmamış olsa da bu gelişme, Washington yönetiminin Avrupa’nın teklif ettiği güvenlik çerçevesini desteklemeye hazır olduğuna işaret ediyor. ABD, Ukrayna’nın NATO üyeliği beklentisini kısa vadede erteleyip, onun yerine NATO’nun 5. maddesine benzer şekilde kolektif savunma niteliği taşıyan bir güvenlik şemsiyesi sunmayı amaçlıyor.
ABD’nin teklifi, barış görüşmelerinde Rusya’yla doğrudan bir ateşkese varılmasından önce Ukrayna’nın güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ciddi bir siyasi taahhüt sunma yönünde bir adım olarak değerlendiriliyor. Washington, Avrupa öncülüğünde oluşturulacak bir güvenlik mimarisine doğrudan asker konuşlandırmadan; istihbarat paylaşımı, lojistik destek, hava gücü ve ateşkes ihlallerine karşı hızlı müdahale kapasitesi gibi unsurlarla katkı sunmaya açık olduğunu ifade ediyor. Bu yönüyle öneri, ABD’nin sahadaki varlığını sınırlı tutarken caydırıcılık etkisini korumayı amaçlayan “dolaylı garanti” modeline dayandırılıyor.
Teklif Ukrayna açısından, NATO üyeliği hedefinin kısa vadede ertelenmesi karşılığında, hukuki ve siyasi açıdan bağlayıcı bir güvenlik şemsiyesi elde edilmesi anlamına geliyor. Kiev yönetimi, geçmişte Budapeşte Memorandumu gibi bağlayıcılığı zayıf güvenlik taahhütlerinin başarısızlığını hatırlatarak, bu kez verilecek garantilerin yalnızca siyasi beyanlarla sınırlı kalmamasını talep ediyor. Bu nedenle Ukrayna tarafı, ABD’nin rolünün Kongre onayıyla kurumsallaştırılmasını ve olası bir Rus ihlali durumunda hangi askeri ve siyasi adımların otomatik olarak devreye gireceğinin açık biçimde tanımlanmasını öncelikli bir şart olarak öne çıkarıyor. Kiev’in ısrarı, güvenlik garantilerinin yalnızca savaşın sona erdirilmesini değil, aynı zamanda savaş sonrası dönemde Rusya’ya karşı sürdürülebilir bir caydırıcılık tesis edilmesine ihtiyaç duymasından kaynaklanıyor.
ABD’li yetkililerin Berlin’de yapılan görüşmelerde “başlıkların yüzde 90’ında uzlaşı sağlandı” yönündeki açıklamaları, özellikle askeri denetim, ateşkesin izlenmesi, ihlallerin raporlanması ve Ukrayna ordusunun yeniden yapılandırılması gibi teknik konularda önemli mesafe alındığını gösteriyor. Avrupa liderlerinin ortak açıklamalarında yer alan; Ukrayna’nın 800 bin kişilik bir barış dönemi ordusunun korunması, hava sahasının güvence altına alınması ve yeniden inşa sürecine yatırım yapılması gibi maddeler, bu güvenlik mimarisinin ana unsurlarını oluşturuyor. Bu yönüyle Berlin görüşmeleri, daha önceki diplomatik girişimlerden farklı olarak soyut niyet beyanlarının ötesine geçerek, kurumsallaşmış bir güvenlik çerçevesi üretme iddiası taşıyor.
Sürecin en zor başlığı olan toprak ihtilafı henüz çözülebilmiş değil. ABD’nin Donetsk bölgesinde Ukrayna’nın hâlen kontrol ettiği bazı alanlar için “askersiz ekonomik bölge” önerisi, Kiev tarafından egemenlik ilkesini zedeleyici bir adım olarak değerlendirilmiştir. Ukrayna yönetimi, işgal altındaki toprakların Rusya’ya ait olduğunun kabul edilmesini kesin bir kırmızı çizgi olarak görmeye devam ediyor. Rusya ise Donbas’ın tamamı üzerindeki kontrol iddiasından geri adım atmaya yanaşmamakta ve güvenlik garantileri dâhil olmak üzere herhangi bir anlaşmanın bu “saha gerçekliğini” tanımasını talep etmektedir.
Avrupa Birliği’nin sürece yaklaşımı, son zamanlarda Washington’dan belirgin biçimde ayrışan bir karakter kazanmış durumda. Brüksel, Ukrayna’nın savaş sonrası güvenliğinin yalnızca askeri garantilerle değil, aynı zamanda ekonomik yeniden inşa ve hukuki hesap verebilirlik mekanizmalarıyla desteklenmesi gerektiğini savunuyor. Bu bağlamda AB, dondurulmuş Rus devlet varlıklarının Ukrayna’nın yeniden inşasında kullanılması seçeneğini müzakere gündeminde tutmaya devam ediyor. Avrupa başkentleri açısından bu adım, yalnızca Ukrayna’nın ekonomik toparlanmasını finanse etmeye yönelik bir araç değil; aynı zamanda Rusya’nın savaşın mali sonuçlarıyla yüzleşmesini sağlayacak yapısal bir baskı unsuru olarak görülüyor.
Trump yönetimi ise söz konusu Rus varlıkların kullanımı meselesine daha temkinli yaklaşıyor. Washington, bu başlığın erken aşamada gündeme getirilmesinin Moskova’yı müzakere masasından uzaklaştırabileceği ve barış sürecini kilitleyebileceğini düşünüyor. ABD, kısa vadede ateşkesi ve siyasi bir anlaşmayı mümkün kılacak esnek ve pragmatik bir yol haritasını öncelerken Avrupa ise kalıcı caydırıcılık, uluslararası hukuk ve savaşın sonuçlarına dair hesap verebilirlik ilkelerini barış sürecinin ayrılmaz parçası olarak görüyor. Bu yaklaşım farkı, ABD ile AB arasında barışın anlamı ve içeriğine dair temel bir ayrışmayı yansıtıyor. Washington barışı öncelikle çatışmayı durduracak bir siyasi mutabakat olarak görürken, Avrupa barışı ancak hesap verebilirlik, hukuki sorumluluk ve uzun vadeli caydırıcılık sağlandığında sürdürülebilir olabileceğine inanıyor.
Berlin’de yürütülen görüşmeler, Ukrayna-Rusya savaşının sona erdirilmesine yönelik bugüne kadarki en kapsamlı diplomatik çabalardan birini temsil ediyor. Güvenlik garantileri konusunda kaydedilen ilerleme, özellikle Ukrayna açısından süreci anlamlı kılarken, toprak ihtilafları ve Batı ittifakı içindeki stratejik yaklaşım farklılıkları barışın önündeki temel engeller olarak varlığını sürdürüyor. ABD’nin hızlı ve sonuç odaklı bir siyasi mutabakat arayışı ile Avrupa’nın uzun vadeli caydırıcılık ve hesap verebilirlik vurgusu arasındaki denge kurulamadığı sürece, ortaya çıkacak bir anlaşmanın kalıcı olmayacağı öngörülüyor. Bu nedenle Berlin süreci, yalnızca savaşın sona erdirilip erdirilemeyeceğini değil, aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisinin savaş sonrası nasıl şekilleneceğini belirleyecek kritik bir eşik olarak öne çıkıyor.