ABD, Venezuela’ya Askeri Müdahaleye Hazırlanıyor
ABD ve Venezuela arasında yaşanan gerilim, son günlerde hızla tırmanarak askeri müdahale ihtimalini gündeme getirdi. Trump yönetimi, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gerekçesiyle Karayipler’de büyük bir askeri yığınak yaparken savaş gemileri, F-35 jetleri, B-52 bombardıman uçakları ve 10 binden fazla asker bölgede konuşlandırıldı. Daha önce Venezuella Devlet Başkanı Maduro’yu “narko-terörist” ilan eden Trump yönetimi, geçen ay CIA’e gizli operasyon yetkisi vermiş ve kara harekâtı için seçenekler hazırlamaya başlamıştı. Latin Amerika ülkeleri müdahaleye karşı birleşirken, Trump “karadan müdahale” sinyali verdi ancak başarısızlık korkusuyla tereddüt ettiği belirtiliyor. Gerilimin merkezinde, fentanil krizi ve Venezuela’nın Rusya-Çin-İran ittifakı olsa da petrol kaynaklarını ele geçirme iddiaları da gündemde yer alıyor.
Uyuşturucu kaçakçılığını terörle mücadele çerçevesinde ele almayı planlayan Washington yönetimi Maduro’yu ABD’ye karşı “narko-terörist” eylemleri koordine etmekle suçluyor. Dışişleri Bakanı Rubio ile Savunma Bakanı Hegseth, Maduro’nun Venezuela merkezli suç örgütleriyle bağlantıları olduğunu ileri sürdü. Ağustos ayında Adalet Bakanı Bondi, Maduro’nun ele geçirilmesini sağlayacak bilgi için konulan ödülü 50 milyon dolara çıkarmıştı. Ancak, Venezuela’nın ne başlıca kokain ya da fentanil üreticisi ne de ABD’ye giden uyuşturucu kaçakçılığı rotalarında kilit bir geçiş noktası olmadığını belirten bazı güvenlik uzmanları, kaçakçılık ağının başında Maduro’nun olduğuna dair iddiaları şüpheyle karşılıyor. Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) ve Dışişleri Bakanlığı raporları da Venezuela’nın fentanil üretiminde veya ABD’ye transitinde rolü olmadığını; kokain geçişinin ise %90’ının Pasifik-Meksika rotası üzerinden gerçekleştiğini doğruluyor.
ABD, Karayipler’de “narko-terörle mücadele” gerekçesiyle denizdeki şüpheli kaçakçılık hedeflerine yönelik hava saldırıları da yürütüyor. Özellikle ordu denetimindeki liman ve havaalanı gibi lojistik noktalarına saldırı seçeneği masada tutuluyor. Washington bu baskıyı ekonomik yaptırımlar ve muhalefete destek gibi araçlarla tamamlamayı tartışırken, karaya yöneltilecek olası saldırıların hukuki meşruiyeti ve bölgesel etkileri de yoğun biçimde tartışılıyor.
Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik politika seti üç eksende şekilleniyor: tespit edilmiş hedefleri vurarak rejim içi yapıları çözme; yaptırımlar ve ticari tedbirlerle ekonomik baskı, muhalefeti güçlendirerek ve rejim içi ayrışmaları teşvik ederek alternatif güç dinamikleri yaratma. Yönetim bu çerçevede yalnızca limanlar ya da kaçakçılık rotalarını değil, Maduro’yu koruyan askerî birlikler ve petrol sahaları gibi stratejik hedefleri de kapsayan doğrudan müdahale seçeneklerini değerlendiriyor. Ancak Trump’ın askerî riskler ve başarısızlık olasılığını gerekçe göstererek karar vermekte isteksiz olduğu belirtiliyor. Yönetim şu ana dek denizde yapılan saldırılar dışında bir müdahalede bulunmuş değil. Ancak, Adalet Bakanlığı’ndan, Kongre onayı olmaksızın kara operasyonları meşrulaştıracak hukuki bir çerçeve geliştirmesi istendiği de basına yansıyan önemli bir gelişme olarak dikkat çekiyor.
Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik baskı politikası resmi söylemde “narkotik‑terörle mücadele” ekseninde sunulsa da pek çok analist gerçek hedefin ülkenin devasa petrol kaynaklarına erişim olduğunu ileri sürüyor. Dört yüz milyar varili aşan rezervleriyle Venezuela, özellikle ABD Körfezi kıyısındaki rafineriler için kritik bir ağır ham petrol kaynağı konumunda. Bu durum Washington’ın niyetini “kaynak güvenliği” perspektifinden de değerlendirme gereği doğuruyor.
Maduro yönetimi, ABD’nin artan askerî baskısına karşı hem iç hem dış cephede maliyeti yükseltmeyi hedefleyen savunmacı bir strateji izliyor. Caracas, olası bir müdahaleyi yalnızca Venezuela’ya değil, bölgeye yöneltilmiş bir egemenlik ihlali olarak tanımlayarak meşruiyetini güçlendirmeye çalışıyor. Maduro 8 milyon milis gücüne sahip olduğunu ileri sürüyor. Askeri uzmanlar ise bu rakamın abartılı olduğunu en fazla 1 milyonluk bir güç toplanabileceğini savunuyor. Bu doğrultuda milis ve gönüllü seferber edilerek kıyı bölgeleri, petrol sahaları ve stratejik altyapıların korunması planlanıyor.
Maduro’nun ayrıca, askerî kapasitesini güçlendirmek ve destek sağlamak amacıyla Rusya, Çin ve İran’la temas kurduğu ve bu kapsamda savunma radarları, uçak onarımları ve muhtemelen füze tedariki talep ettiği ileri sürülüyor. Rejim gerilla savaşı potansiyeline gönderme yaparak Washington’un “hızlı ve düşük maliyetli” etki beklentisini boşa çıkarmayı amaçlıyor. Bu risk yayma taktiği, sadece askerî hesapları değil, diplomatik dengeleri de etkiliyor. Venezuela, müdahalenin bölgesel tedarik zincirlerini ve siyasi dengeyi sarsacağı mesajıyla uluslararası zeminde manevra alanı kazanmaya çalışıyor.
Bazı uzmanlar ABD’nin Venezuela’ya yönelik artan askerî baskısının yalnızca Maduro yönetimini hedef almadığı aynı zamanda Küba’ya yönelik daha geniş ve dolaylı bir stratejinin parçası olarak kurgulandığını ileri sürüyor. Washington’ın amacı, Venezuela üzerinden Küba’ya sağlanan petrol desteğini keserek Havana rejimini ekonomik olarak zayıflatmak ve rejim değişikliğine zemin hazırlamak. Ancak uzmanlar, bu stratejinin uygulanabilirliğine kuşkuyla yaklaşıyor. Geniş çaplı bir askerî müdahalenin bölgesel olarak yüksek maliyetli olacağı hem Venezuela hem de Küba’nın beklenenden daha güçlü direniş gösterebileceği belirtiliyor. Küba-Venezuela eksenini parçalamak, yalnızca askerî değil, diplomatik ve lojistik açıdan da karmaşık bir meydan okuma olarak değerlendiriliyor.
Latin Amerika ülkeleri Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik askeri ve diplomatik baskı stratejisine büyük ölçüde mesafeli yaklaşıyorlar. Özellikle bölgeyi “barış bölgesi” olarak koruma ilkesini vurgulayan birçok devlet, dış müdahaleye karşı çıkarak egemenlik ve bölgesel iş birliğini ön plana çıkarıyor. Kolombiya gibi bazı ülkeler, Venezuela’ya yönelik herhangi bir saldırının Latin Amerika’ya yönelik bir saldırı olarak değerlendirilebileceğini belirtiyor. Öte yandan, bölgedeki bazı devletlerin ise ABD‑Venezuela hattındaki gerginlikten çıkar beklentisiyle ya iş birliğini ya da tarafsız durumu tercih ettikleri görülüyor. Genel olarak, askerî müdahaleye karşı endişe hâkim; diplomatik çözüm çağrıları ve çok taraflı mekanizmaların güçlendirilmesi yönünde eğilim artıyor.
Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik baskı stratejisi, yalnızca uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele iddiasına dayanmıyor; jeopolitik, enerji ve iç politika çıkarlarının iç içe geçtiği çok katmanlı bir müdahale çerçevesi sunuyor. Karadan müdahale konusunda süren tereddüt hem askeri risklerin hem de bölgesel ve uluslararası maliyetlerin farkında olunduğunu gösteriyor. Ancak tırmanan gerilim, Venezuela özelinde başlayan bir krizin Küba, Latin Amerika ve küresel enerji dengelerine sıçrama ihtimalini artırarak bölgeyi daha karmaşık bir döneme sürüklüyor.