ABD, Venezuela’ya Baskıyı Artırıyor
ABD’nin Karayipler’de sürdürdüğü askeri hazırlıklar ve Başkan Trump’ın Venezuela’ya yönelik söylemleri, Washington’ın Latin Amerika’da yeni bir çatışmaya girebileceği yönündeki endişeleri artırıyor. Trump’ın Şükran Günü mesajında “çok yakında kara unsurlarına karşı da harekete geçeceğiz” sözleri, ABD’nin Venezuela topraklarında bir operasyona hazırlandığı izlenimini güçlendirdi. Son haftalarda art arda gelen uyarılar, askeri yığınak ve hukuki manevralar, Biden döneminde nispeten yumuşayan Karakas dosyasını yeniden ABD dış politikasının en sıcak gündem maddesi haline getirmiş durumda. Trump yönetimi, Venezuela Devlet Başkanı Maduro üzerindeki baskıyı hem diplomatik hem de askerî düzeyde keskin biçimde artırırken bu durum ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik kriz ve siyasi bölünmüşlüğü daha da kırılgan hâle getiriyor.
Washington, Venezuela kaynaklı olduğu iddia edilen uyuşturucu trafiğini gerekçe göstererek çok sayıda deniz hedefini vurmaya devam ediyor. Ancak operasyonların ölçeği ve kullanılan ateş gücü, ABD içinde bile ciddi bir hukuk tartışması başlattı. Kongre üyeleri bu iddiaların savaş hukuku ihlali olabileceğini belirterek soruşturma talep etmiş durumda. Trump’ın kısa süre önce uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle ABD’de hüküm giymiş eski Honduras Devlet Başkanı Hernandez’e af önermesi, yönetimin “kartellerle mücadele” söylemini daha da tartışmalı hâle getirdi. Bu çelişkiler, Venezuela dosyasının salt güvenlik odaklı değil, aynı zamanda güçlü bir siyasi hesap içeren bir başlık olduğunu düşündürüyor.
ABD’nin bölgeye yaptığı askeri yığınağı artırırken Trump’ın “yakında karada da harekete geçeceğiz” şeklindeki açıklaması endişeleri artırdı. Karayip Denizi’nde dünyanın en büyük uçak gemisi olan USS Gerald R. Ford’un başını çektiği bir filo konuşlanmış durumda. Bunun yanı sıra F-35 jetleri, B-52 bombardıman uçakları ve 15 binden fazla asker de bölgede bulunuyor. Bu düzeyde bir askeri varlık, klasik terör veya uyuşturucu operasyonlarının ötesine geçen bir hazırlığa işaret ediyor. Washington’ın bir süredir “bölgesel uyuşturucu kaçakçılarını terör örgütü” kategorisine sokacak hukuki argümanlar üzerinde çalışması operasyon ihtimalini artırıyor.
Bazı uzmanlara göre Washington’ın Venezuela’ya yönelik sert söylemi ve askeri yığınağı, gerçek bir saldırı hazırlığından çok psikolojik baskı kampanyasının parçası niteliğinde. Trump’ın Maduro ile telefon görüşmesi yaptığını doğrulaması, ancak görüşmenin içeriğini açıklamaması, bu değerlendirmeyi güçlendiriyor. Bu görüşe göre Trump yönetimi, Maduro rejimini içeriden çözmek, üst düzey yetkilileri istifaya zorlamak ve ordu içinde bir bölünme yaratmak amacıyla “yakında kara operasyonu” mesajları veriyor. ABD’nin kamuoyu desteğinden yoksun olması, Kongre’nin olası bir askeri müdahaleye direnç göstermesi ve operasyon sonrası için net bir plan bulunmaması, kapsamlı bir çatışmanın düşük ihtimal taşıdığını düşündürüyor. Bu nedenle askeri tehditlerin, fiili bir işgalden ziyade, Maduro’nun meşruiyetini aşındırmayı ve rejimi taviz vermeye zorlamayı hedefleyen baskı araçları olarak kullanıldığı öne sürülüyor.
Trump için Venezuela dosyasının politik maliyeti göz ardı edilemeyecek kadar yüksek. Yıllardır “yeni savaşlara girmeme” ilkesini dış politikasının merkezine yerleştiren başkan, şimdi kamuoyunun net biçimde karşı çıktığı bir müdahale ihtimaliyle karşı karşıya. CBS’in son anketine göre Amerikalıların yalnızca yüzde 13’ü Venezuela’yı ulusal güvenliğe yönelik büyük bir tehdit olarak görüyor; bu da Trump’ın olası bir çatışmaya sürüklenmesi durumunda ciddi bir iç politik tepkiyle yüzleşebileceğini gösteriyor. Buna rağmen yönetim, Maduro’nun devrilmesinin hem bölge halkı hem de ABD için uzun vadede istikrar sağlayacağı görüşünde.
Trump’ın Venezuela’ya yönelik askeri baskısı, “Önce Amerika” yaklaşımının izolasyonist söylemiyle çelişkili görünse de yönetim, bu tutumu “geniş anlamda ulusal güvenliği koruma” stratejisinin doğal bir uzantısı olarak sunuyor. Trump ekibi, Venezuela’nın coğrafi yakınlığı, göç hareketleri, uyuşturucu trafiği ve devasa petrol rezervleri nedeniyle ülkeyi geleneksel müdahale karşıtı çizginin dışında değerlendiriyor ve meseleyi ABD’nin temel çıkarlarıyla doğrudan bağlantılı bir güvenlik dosyası olarak çerçeveliyor. Yönetim böylece hem izolasyonist retoriği sürdürüp tabanını koruyor hem de Venezuela’ya yönelik rejim baskısını “önleyici ve zorunlu bir güvenlik adımı” olarak meşrulaştırarak hareketin pragmatik yönünü öne çıkarıyor.
Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik baskı politikası resmi söylemde “narkotik terörle mücadele” ekseninde sunulsa da pek çok analist gerçek hedefin ülkenin devasa petrol kaynaklarına erişim olduğunu ileri sürüyor. Dört yüz milyar varili aşan rezervleriyle Venezuela, ABD Körfezi kıyısındaki rafineriler için kritik bir ağır ham petrol tedarikçisi konumunda bulunuyor ve bu durum Washington’ın niyetini “kaynak güvenliği” perspektifinden de değerlendirme gereğini doğuruyor. Bu nedenle analistler, uyuşturucu kartelleriyle mücadele söyleminin yanı sıra ABD’nin enerji arz güvenliğini yeniden şekillendirme ve Venezuela’nın stratejik kaynaklarını yeniden Batı’nın ekonomik alanına çekme motivasyonunun da belirleyici olduğunu savunuyor.
Ayrıca Çin ve Rusya’nın son yıllarda Venezuela üzerinde artan etkisi Washington’daki stratejik kaygıları derinleştiriyor. Pekin’in uzun vadeli kredi ve petrol anlaşmaları ile Moskova’nın enerji altyapısı yatırımları, Karakas’ın doğal kaynaklarının büyük güç rekabetinin bir parçasına dönüşmesine yol açıyor. Bu tablo bağlamında petrol unsuru, Trump yönetiminin Venezuela politikasında hem ekonomik çıkar hem de jeopolitik denge bakımından kritik bir önem taşıyor.
Yaşanan gelişmeler, Venezuela dosyasının Trump yönetimi için yalnızca güvenlik ya da diplomasi başlıklarıyla açıklanamayacak kadar geniş bir stratejik çerçeveye oturduğunu; enerji arzı, bölgesel nüfuz rekabeti ve iç politik hesapların iç içe geçtiği çok katmanlı bir kriz alanı haline geldiğini gösteriyor. Washington’ın sert söylemleri fiili bir işgale dönüşmese bile, artan askeri baskı ve psikolojik operasyonların bölgedeki kırılgan dengeleri daha da zorlayacağı açık. Bu nedenle önümüzdeki dönem hem ABD’nin müdahale eşiğini hem de Karakas’ın direnç kapasitesini belirleyecek kritik bir sınav niteliği taşıyor.