Washington İsrail’i BMGK ve UCM’ye Karşı Koruyor
İsrail yönetimi Gazze’ye yönelik saldırılarına ve savaş suçu teşkil edecek uygulamalarına devam ederken Biden yönetimi tüm uluslararası baskılara karşı İsrail ve Netanyahu’yu korumaya devam ediyor. ABD son olarak Gazze’de acil, koşulsuz ve kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunan BM Güvenlik Konseyi kararını, rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamayacağı gerekçesiyle veto etti.
15 üyeli BM Güvenlik Konseyi, “tüm tarafların saygı göstereceği acil, koşulsuz ve kalıcı bir ateşkes talep eden ve ayrıca tüm rehinelerin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması talebini yineleyen” karar tasarısını 14’e karşı 1 oyla reddetti. Veto hakkını kullanan ABD, metne karşı çıkan tek ülke olarak kararı engelledi. ABD ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama kararını sert bir şekilde eleştirdi.
Veto ile birlikte ABD’nin İsrail-Hamas savaşının başlangıcından bu yana, BM Güvenlik Konseyi tarafından ateşkes talep eden dördüncü girişimi de engellemiş oldu. ABD’li yetkililer, ateşkesi rehinelerin serbest bırakılması şartına bağlamadığı için bu dilin yeterince güçlü olmadığını ileri sürdü. Veto, Washington’ın taraflar arasında bir ateşkes sağlamak ve rehinelerin serbest bırakılması için müzakereler yürütmeye çalıştığı bir dönemde geldi. Gazze’de yaklaşık 100 rehine bulunduğu tahmin ediliyor ve İsrail makamları bunların yaklaşık üçte birinin ölmüş olabileceğini düşünüyor.
ABD’nin BM Daimi Temsilci Yardımcısı Robert Wood oylamanın ardından yaptığı açıklamada, karar tasarısı için yürütülen müzakereler boyunca koşulsuz ateşkes talebini esirler serbest bırakılmadan desteklemeyeceklerini yineledi. “Savaş, esirlerin serbest bırakılmasıyla kalıcı bir şekilde sonlanabilir” diyen Wood, aynı zamanda karar tasarısının Hamas’a çok tehlikeli bir mesaj gönderdiğini savundu. Wood, karar tasarısının kabul edilmesi halinde Hamas’ın müzakere masasına oturması için neden kalmayacağını kaydetti. Hamas’ın şimdiye kadar birçok anlaşma önerisini reddettiğini iddia eden Wood, aynı zamanda karar tasarısında Hamas’ın 7 Ekim saldırısının kınanmamasını eleştirdi.
Amerikan vetosu, Biden yönetiminin bu süreçteki tutumunu net bir şekilde ortaya koyarak, insani kaygıları bir kenara bıraktığı yönündeki eleştirileri artırdı. Her yıl İsrail’e yaklaşık 3,8 milyar dolarlık askeri yardımda bulunan ABD, çatışmalar sırasında ek destek sağlama konusunda da sıkça devreye giriyor. Bu sürekli destek, ABD’yi uluslararası alanda eleştirilere maruz bırakıyor. Birçok insan hakları örgütü ve uluslararası aktör, ABD’nin bu tutumunun Filistinli sivillerin haklarını ve yaşamlarını hiçe saydığı görüşünde.
ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto geçmişi giderek daha da dikkat çekici bir hale geliyor. Önceki yönetimlerin de benzer şekilde İsrail aleyhine olabilecek kararları engellediği biliniyor. Bu durum, Washington’ın diplomatik koruma sağladığına dair bir algı oluşturuyor ve bu yaklaşımın İsrail-Filistin çatışmasının dengeli bir çözümünü engellediği yönünde ciddi eleştiriler yapılıyor.
Veto kararının bölgesel istikrar üzerinde de olumsuz etkileri olacağı öngörülüyor. BM gibi uluslararası kuruluşların yeterince etkili olamaması İsrail’in askeri operasyonlarını cesaretlendirirken, Filistinli gruplar ve komşu ülkelerle olan gerilimi artırıyor. Uzmanlar, bu kararın İsrail’e askeri eylemlerinin cezasız kalacağı hissi vereceğini savunuyor.
ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği ve uyguladığı çifte standardın uluslararası arenada giderek daha fazla yalnız kalmasına neden olduğu kaydediliyor. Veto kararları, Washington’ın diğer önemli uluslararası aktörlerle arasındaki uçurumu derinleştiriyor. Fransa gibi ülkeler ve Arap Ligi üyeleri, veto kararlarına karşı hayal kırıklığı ifade ederek insani krizlerin acilen ele alınması gerektiğini vurguluyor.
ABD içindeki tepkiler de giderek artıyor. İnsan hakları savunucuları ve bazı yasama organı üyeleri, Gazze’deki sivil ölümlerinin artması nedeniyle İsrail’e yapılan askeri yardımların yeniden değerlendirilmesi çağrısında bulunuyorlar. Senatör Bernie Sanders gibi isimler, sivil ölümler nedeniyle silah satışlarını engellemeye çalışsalar da Kongre’de ciddi bir muhalefetle karşılaşıyorlar.
Senato, son olarak Çarşamba günü Bernie Sanders’ın Gazze’deki savaşta artan sivil ölümleri nedeniyle İsrail’e saldırı silahı satışını engelleme girişimini reddetti. Vermont senatörü Sanders ve Demokrat senatörlerden oluşan grup, İsrail’e bazı tank ve havan mermileri ile akıllı bomba kitlerinin satışını engelleyecek bir yasayı Senato’da oylamaya sundu ancak girişim reddedildi. Sanders, satışların durdurulmasını savunurken Netanyahu hükümetinin “sadece Hamas’a karşı savaş açmadığını” belirterek Filistin halkına karşı topyekûn bir savaş açmıştır” vurgusunda bulundu.
İsrail ve Netanyahu’ya bir kötü haber de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’den geldi. UCM, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında, 8 Ekim 2023 ile 20 Mayıs 2024 tarihleri arasında insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işledikleri gerekçesiyle tutuklama emirleri çıkardı. Mahkeme, bu kişilerin Gazze’deki sivil nüfusa yönelik açlık, cinayet ve diğer insanlık dışı eylemlerle suçlandığını belirtti.
Netanyahu ve Gallant’ın insani yardımları engelleyerek sivil nüfusun hayatta kalması için gerekli olan gıda, su ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarını kasten kısıtladıkları ifade edildi. Mahkeme, bu eylemlerin uluslararası insani hukuka aykırı olduğunu ve Gazze’deki sivil halkın yaşam koşullarını ciddi şekilde kötüleştirdiğini vurguladı. Mahkeme, bu tutuklama emirlerinin gizli tutulmasına rağmen, mağdurların ve ailelerinin bilgilendirilmesinin önemli olduğunu belirtti.
ABD ve İsrail, UCM’nin Netanyahu ve Gallant için tutuklama emirleri çıkarmasını sert bir şekilde eleştirdi. Bu emirler, her iki liderin de Gazze’deki askeri operasyonlarla ilgili olarak “insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları” işlemekle suçlandığını öne sürüyor. Durum, UCM’yi kuran Roma Statüsü’ne taraf olan 124 ülkenin, bunlar arasında Avrupa Birliği’nin 27 üye ülkesi de dahil olmak üzere, bulunmasıyla daha da karmaşık hale geliyor. Netanyahu ve Gallant bu ülkelere girmeleri durumunda, tutuklama emirleri nedeniyle tutuklanma riskiyle karşı karşıya kalacaklar.
UCM uzun süredir İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki eylemlerini savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım gibi en ağır uluslararası suçlar kapsamında soruşturuyordu. 7 Ekim’den bu yana İsrail’i tüm uluslararası baskılardan korumaya çalışan Biden yönetimi soruşturmanın UCM’nin yetki alanına girdiğine inanmadıklarını belirterek destek vermediklerini kaydetmişti. Ayrıca, ABD ve diğer G7 ülkelerinin UCM’nin alacağı bir kararın İsrail-Hamas arasındaki olası bir ateşkes anlaşmasını tehlikeye sokacağından endişe duyduklarını mahkemeye iletmek için diplomatik girişimlerde bulunmuşlardı.
Uluslararası suçları soruşturmak ve yargılamak üzere 2002 yılında kurulmuş olan ve halihazırda 124 devlet tarafından desteklenen UCM, herhangi bir devletin kendi topraklarında işlenen suçları kovuşturamadığında ya da kovuşturmak istemediğinde devreye giriyor. İsrail, işleyen bir mahkeme sistemine sahip olduğunu ileri sürerek soruşturmaya karşı çıkıyor ancak İsrail’in savaş suçlarından dolayı üst düzey yetkilileri yargıladığı bir geçmişi bulunmuyor. Uzmanlar işlenen suçların işgal altındaki Filistin topraklarında olduğu için mahkemenin yetki alanı içerisine girdiğini savunuyor. Filistin 2015 yılından beri UCM’ye üye bulunuyor.
Amerikalı ve İsrailli yetkililer, UCM’nin İsrail üzerinde yargı yetkisi olmadığını zira İsrail’in suçları kendi başına soruşturabilecek ve kovuşturabilecek bağımsız bir yargı sistemine sahip olduğunu savunuyor. UCM’nin 2021 yılında İsrail’e karşı savaş suçları soruşturması açtığında, Tel-Aviv yönetimi bunu ulusal egemenliklerinin ihlali olarak nitelendirmişti. Dışişleri Bakanı Antony Blinken de 1 Mayıs’ta İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında, “İsrail çok güçlü bir hukuk sistemine, çok güçlü bir yargılama ve kanun uygulama sistemine sahiptir” diyerek İsrail yargı sistemini övmüştü.
ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz destek ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto kararları, uluslararası toplumda ciddi tartışmalara ve eleştirilere yol açıyor. Bu tutum, bölgesel istikrarı tehlikeye atarken, Filistin halkının insani durumunu daha da kötüleşmesine neden oluyor. ABD’nin bu süreçteki tavrı hem uluslararası arenada hem de kendi içinde artan bir izolasyona neden olurken insan hakları ve uluslararası hukuk konularında ciddi soru işaretleri doğuruyor.