Washington’dan Ürdün ve Mısır’a Gazze Baskısı

Başkan Trump, geçen hafta ortaya attığı Gazze’nin ABD kontrolü altına alınması ve yeniden inşa edilmesi fikrinden vazgeçmiyor. Ürdün Kralı Abdullah’ı Beyaz Saray’da ağırlayan Trump, Filistinlilerin başka ülkelere taşınması önerisini yineleyerek, ABD’nin “o toprakları alacağını, koruyacağını ve istikrar getireceğini” iddia etti. Kral Abdullah ise kamuoyu önünde doğrudan bir reddiyede bulunmadı ancak “Mısır ve Arap ülkelerinin hazırladığı başka çözüm önerilerinin masada” olduğunu söyleyerek bu projeye sıcak bakmadığını gösterdi. Toplantının ardından yazılı bir açıklama yayınlayan Kral, Ürdün’ün Filistinlilerin yerinden edilmesine kesin bir şekilde karşı çıktığını ve Gazze’deki önceliğin “sivillerin orada kalabilmesini sağlayarak insani krizi hafifletmek” olduğunu hatırlattı.
Trump’ın ısrarcı tutumu, “yanıt vermeye mecbur” konumda görülen Ürdün ve Mısır yönetimlerini zor bir durumda bırakıyor. ABD Başkanı, bu iki ülkenin Filistinlileri kabul etmesini sağlamak adına, yıllardır devam eden Amerikan mali ve askerî yardımlarını bir pazarlık unsuru olarak kullanabileceğini ima etti. Ancak Amman ve Kahire yönetimleri, milyonlarca yeni sığınmacıyı ağırlamanın istikrarsızlık yaratacağını her fırsatta dile getiriyor. Ayrıca, Mısır yönetiminin “Filistin meselesindeki yeni ve tehlikeli gelişmeler” başlığıyla 28 Şubat’ta düzenlemeyi planladığı Arap Birliği zirvesinde, Gazze’nin geleceği ve Trump’ın teklifine alternatif olacak yaklaşımların masaya yatırılacağı belirtiliyor. Bu görüşmeler sürerken Trump’ın kendi fikrinde ısrarcı olması ateşkes sürecinin akıbeti ve muhtemel bir bölgesel kriz konusunda kaygıları artırıyor.
Trump’ın Gazze’de kalıcı bir ABD varlığı oluşturma fikri uzmanlar tarafından fazlasıyla iddialı bulunuyor. Özellikle Amerika’nın böylesi bir girişiminin hangi hukuki zemine dayanacağı merak ediliyor. Gazze’nin “alınması” ya da “denetimi” gibi ifadelerin kullanımı uluslararası hukukun ihlali şeklinde yorumlanıyor. İsrail-Filistin çatışmasında bugüne dek benimsenen yaklaşım, bölgede iki devletli çözüme ulaşma ümidiyle diplomatik müzakereleri desteklemek yönündeydi. Trump yönetiminin “yeniden inşa ve yerinden etme” fikri, mevcut statükoyu temelden değiştirebilecek bir plana işaret ediyor.
Bir diğer tartışmalı nokta olarak Trump’ın Filistinlileri Gazze dışına taşıma ısrarı gösteriliyor. Hem Mısır hem de Ürdün yönetimlerinin bu konuda net bir tavır alarak planı reddettiklerini beyan etmişlerdi. Yapılan açıklamalara bakılırsa, Ürdün Kralı Abdullah “herkesin çıkarına olacak bir çözüm” arayışından söz etse de iki milyon civarında Filistinlinin Gazze’yi terk ederek başka yerlere gönderilmesi fikrine sıcak bakmadığı görülüyor. Bu nüfus hareketinin yaratacağı demografik değişim, güvenlik sorunları ve ekonomik maliyetler, bölge ülkelerinin kabul etmesi zor bir durum olarak öne çıkıyor.
Trump’ın, Kral Abdullah’ın ziyaretini de bu kapsamda değerlendirdiği ve planına bölgesel destek aradığı aktarılıyor. Amerikan basınında çıkan haberlere göre, Trump yönetimi, Gazze’nin kontrolünü ele alma isteğini diplomatik çerçevede meşrulaştırmak adına çeşitli formüller üzerinde çalışıyor. Bunun bir parçası olarak, Ürdün’e sembolik sayıda Filistinli mültecinin alınması veya tedavi amaçlı belirli kontenjanlar açılması gündeme getirilmiş durumda. Kral Abdullah’ın “2,000 hasta çocuğun kabulü” teklifinden söz ettiği, Trump’ın da bu adımı memnuniyetle karşıladığı bildirildi. Fakat bu tip kısmi jestlerin Trump’ın önerdiği toplu yerinden etme ve denetim planının esasını pek değiştirmeyeceği öne sürülüyor.
Gazze Şeridi’nin geleceğine dair bu yaklaşımlarda Hamas faktörü de dikkat çekiyor. Bazı Amerikalı yetkililerin Hamas’ın bölgeden temizlenmesi için tüm halkın tahliye edilmesinin en kestirme yol olduğuna inandığı ifade ediliyor. Bu düşünceye göre, Gazze tamamen boşaltıldığında Hamas savaşçıları da çıkmak zorunda kalacak, ardından yeniden inşa süreci başlatılacak ve kimlerin geri dönebileceğine “uluslararası toplum” karar verecek. Ancak bu senaryonun uygulanabilirliği konusunda derin şüpheler bulunuyor. Filistinlilerin gönüllü ya da zoraki olarak başka ülkelere gitmesini sağlayacak mekanizmalar net değil. Hamas’ın bu durumu “varoluşsal bir tehdit” olarak değerlendirerek tepki göstermesi halinde yeni çatışmalar patlak verebilir. İsrail on altı aydan fazladır süren çatışmalarda Gazze’nin tamamen boşaltılmasını gündeme getirmemişken, ABD’nin doğrudan “Biz burayı alacağız” demesi, büyük bir belirsizlik yaratıyor.
Trump, bölgedeki ortakları Mısır ve Ürdün’e dönük baskı stratejisi uygulamaya başladı. Trump’ın ABD’nin bu ülkelere sağladığı askerî ve ekonomik yardımların kesilebileceğine dair imalarda bulunması, özellikle Ürdün gibi kaynakları kısıtlı ülkeleri zor bir duruma düşürüyor. Ürdün’deki Filistin nüfusu ve mülteci durumundaki insanların sayısı oldukça yüksek. Ürdün, daha önce Filistinli örgütlerle yaşadığı ciddi çatışmaların tarihsel hafızasını koruyor. Dolayısıyla Amman yönetiminin, Gazze’den gelecek büyük bir göç dalgasını “ülkenin varlığına tehdit” olarak algılayacağı belirtiliyor. Ayrıca, Arap dünyasında “Filistin davasına ihanet” imasıyla karşı karşıya kalmanın büyük bir siyasi risk olduğu belirtiliyor.
Mısır açısından da benzer bir durum söz konusu. Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yi de Beyaz Saray’a davet etmiş olsa da Kahire yönetiminin davete mesafeli yaklaştığı belirtiliyor. Gazze’ye dair tartışmaların kamuoyu önünde şekillenmesinden ve büyük miktarda Filistinli nüfusun kendi topraklarına taşınmasından endişe duyan Mısır yönetimi, özellikle Sina Yarımadası’nda güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğu bir dönemde yeni bir göç dalgasının mevcut durumu daha da karmaşıklaştıracağını düşünüyor. Sadece güvenlik boyutu değil, Mısır halkının Filistin davasına tarihsel desteği de “Gazze’nin boşaltılması” fikrine olumsuz bakılmasına yol açıyor.
Trump yönetiminin Gazze konusunda “pratik bir yol arayışı” adı altında bölgedeki Arap ülkelerini kendi tasarısına uymaya zorlaması, uluslararası çevrelerde de endişeyle izleniyor. Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok aktör, kalıcı barışın sağlanabilmesi için “iki devletli çözüm” yaklaşımının korunması gerektiğini vurguluyor. Filistinlilerin Gazze’den topluca çıkarılması ve bölgede Amerikan kontrolünde yeni bir yapılanma oluşturulmasının barış çabalarını sekteye uğratmasından kaygı duyuluyor. Bazı diplomatlar, Trump’ın bu tür “radikal” fikirleri ortaya atarak Arap ülkelerini masaya kendi önerileriyle gelmeye zorladığını, böylece daha ılımlı seçeneklerin destek bulabileceğini düşünüyor.
Uzmanlar Ortadoğu’daki mevcut gerçeklerin Trump yönetiminin çizdiği çerçevede şekillendirilemeyeceğini düşünüyor. ABD kamuoyunun da büyük bir askerî müdahaleye veya Gazze gibi bir bölgede uzun süreli “idari ve güvenlik” sorumluluğuna ne ölçüde sıcak baktığı tartışmalı bir konu olarak öne çıkıyor. Daha önce Irak ve Afganistan deneyimleri, Amerikan seçmeninde savaş yorgunluğu yarattığı için, Gazze’de kapsamlı bir “ulus inşası” girişiminin destek bulması kolay görünmüyor. Beyaz Saray’dan gelen açıklamalar, Trump’ın bu fikrinden geri adım atmak niyetinde olmadığını gösterirken Suudi Arabistan’la normalleşme, İran’a karşı maksimum baskı ve İsrail’in güvenliğini pekiştirme gibi farklı öncelikler de denkleme ekleniyor.
Trump yönetiminin Gazze’yi ABD kontrolüne alarak Filistinlileri başka ülkelere gönderme fikri, uluslararası hukuktan bölgesel istikrara kadar pek çok açıdan endişe uyandıran bir girişim olarak görülüyor. Fikir Arap ülkeleri ve Filistinliler tarafından “sorumsuz” ve “kabul edilemez” olarak nitelendirilirken uluslararası hukuk ve bölgesel hassasiyetler açısından da önerinin uygulanabilirliğine dair büyük soru işaretleri bulunuyor. Trump’ın Filistin sorununa radikal bir bakış açısı getirdiği ve “iki devletli çözüm” anlayışından uzaklaştığı kaydedilirken bölgede yeni bir askerî müdahalenin tetiklenme olasılığı ve yerel halkın tepkisi, uluslararası toplumun konuyu daha da yakından izlemesine neden oluyor. Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkelerinin kesin reddi, planın uygulanabilirliğini zorlaştırırken Trump’ın söylemlerinin, İsrail aşırı sağını güçlendireceği ve barış sürecini zora sokacağı belirtiliyor.