ABD’den İsrail’e Örtülü Destek
Uluslararası baskılara rağmen Gazze Şeridi’ni tamamen işgal etme planından vazgeçmeyen İsrail yönetiminin son olarak Batı Şeria’daki tartışmalı E1 yerleşim projesini ilerletme kararı alması tepki çekti. İsrail Güvenlik Kabinesi’nin geçen hafta onayladığı plan, Hamas’ın silahsızlandırılması, rehinelerin serbest bırakılması, Gazze’nin silahtan arındırılması, bölgenin İsrail güvenlik kontrolüne alınması ve ne Hamas’a ne de Batı destekli Filistin Yönetimi’ne bağlı olmayan alternatif bir sivil yönetimin kurulması öngörüyor. Ancak bu hedefler, fiilen Gazze’nin tamamının askeri kontrol altına alınması ve yaklaşık 1 milyon Filistinlinin zorunlu tahliyesi anlamına geliyor.
İktidarını korumak için karşılaştığı sorunları krizi tırmandırma yoluyla çözmeye çalışan Netanyahu hükümeti son olarak E1 (East 1) yerleşim planını uygulamaya koyacaklarını duyurdu. E1 yerleşim planı, İsrail’in Batı Şeria’da, Doğu Kudüs ile Ma’ale Adumim yerleşimi arasında yer alan stratejik bir bölgede, yaklaşık 12 kilometre karelik bir alanda yeni Yahudi yerleşim birimleri inşa etmeyi öngörüyor.
Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in öncülük ettiği E1 yerleşim planının hayata geçirilme kararı, Filistin devletinin coğrafi ve siyasi bütünlüğünü tehdit eden, uluslararası hukuku açıkça ihlal eden ve iki devletli çözümü ciddi şekilde baltalayan bir adım olarak görülüyor. Buraya inşa edilecek yeni yerleşim birimlerinin, Batı Şeria’nın kuzey ve güney bağlantısını kopararak iki devletli çözümü fiziki olarak imkânsız hale getireceği belirtiliyor. Tüm uyarılara rağmen, 20 Ağustos’ta yapılacak Yüksek Planlama Kurulu toplantısında projenin nihai onayının verilmesi bekleniyor.
Smotrich, 14 Ağustos’ta bölgede 3.401 yasa dışı konut inşasını onaylayarak, bu planın “Filistin devleti fikrini ortadan kaldıracağını” açıkça ifade etti. Bu proje, Batı Şeria’yı kuzey ve güney olarak ikiye bölerek, Filistin topraklarının bağlantısını kesmeyi ve Doğu Kudüs’ü izole etmeyi amaçlıyor, böylece Filistin’in başkent iddiasını zayıflatıyor. Uluslararası toplum, BM ve AB dahil, planı uluslararası hukukun ihlali olarak kınarken, Smotrich’in açıklamaları, İsrail’in aşırı sağcı politikalarının Filistinlilere yönelik sistematik yerinden etme ve ilhak stratejisinin bir parçası olduğunu gösteriyor.
Trump yönetimi ise İsrail’in Gazze’yi tamamen işgal etme planına karşı net bir muhalefet sergilemekten kaçınarak, bu kararı büyük ölçüde İsrail’in kendi takdirine bırakan bir tutum benimsiyor. Başkan Trump, geçen hafta İsrail’in Gazze’yi işgal planı hakkında sorulduğunda, “İsrail’e kalmış” diyerek konuyu insani yardıma kaydırmış ve Gazze’deki açlık krizine odaklandığını belirtmişti. Bu yaklaşım, Trump’ın İsrail’in askeri hamlelerine doğrudan karşı çıkmaktan kaçındığını ve Netanyahu hükümetine geniş bir hareket alanı tanıdığı şeklinde yorumlanıyor.
Amerikan basınına göre, ABD’li ve İsrailli yetkililer, Trump’ın planı engellememe kararı aldığını doğruladı, bu da uluslararası toplumun kınamalarına rağmen ABD’nin İsrail’e örtülü bir destek sunduğu anlamına geliyor. Bu tutum, Trump’ın iç politikada İsrail yanlısı lobilerden gelen baskılar ve bölgesel stratejik çıkarlarla uyumlu bir çizgi izlediğini yansıtıyor. Washington yönetimi, İsrail’in güvenlik kararlarını desteklerken, uluslararası tepkilerden uzak durmayı amaçlıyor. Ancak bu yaklaşım, Avrupa ve Arap müttefiklerin sert kınamalarıyla tezat oluşturarak, ABD’nin bölgedeki diplomatik yalnızlığını derinleştiriyor.
Trump yönetimi, İsrail’in E1 yerleşim planına ilişkin de açık bir destek ya da kınama beyan etmekten kaçınarak muğlak ve temkinli bir diplomasi izliyor. Dışişleri Bakanlığı, plana dair soruya “Batı Şeria’da istikrar, İsrail’in güvenliğini sağlar ve Trump yönetiminin bölgede barış hedefiyle uyumludur” yanıtını vererek konuyu doğrudan İsrail hükümetine yönlendirdi. Bu açıklama, uluslararası toplumun sert eleştirilerine rağmen Washington’un yerleşim politikalarına doğrudan karşı çıkmaktan imtina ettiğini ve İsrail’e geniş bir manevra alanı tanıdığı şeklinde yorumlanıyor. Bu tutum, Trump yönetiminin önceki dönemde yerleşim projelerine verdiği desteği örtülü biçimde sürdürdüğünü, ancak doğrudan onay vermektense diplomatik bir denge arayışına yöneldiğini ortaya koyuyor.
Trump’ın 2017-2021 arasındaki ilk döneminde, İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikalarına verdiği güçlü destek, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı ve eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 19 Kasım 2020’de Psagot yerleşimini ziyaretiyle açıkça ortaya konmuştu. Trump, Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederek ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı almış, bu hamle uluslararası toplumda geniş çaplı kınamalarla karşılaşırken, İsrail’in yerleşim politikalarına meşruiyet kazandırdığı gerekçesiyle Filistinliler tarafından sert şekilde eleştirilmişti.
Pompeo’nun Psagot ziyareti de bir ABD Dışişleri Bakanının işgal altındaki Batı Şeria’da bir Yahudi yerleşimini ilk kez ziyaret etmesi açısından tarihi bir adım olmuş ve 2019’daki “Pompeo Doktrini” ile yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olmadığını savunan ABD politikasını güçlendirmişti. Bu tutum, iki devletli çözüm umutlarını zedelediği ve Filistinlilerin haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle uluslararası alanda ABD’nin müttefiklerinden izolasyonuna yol açmıştı.
Avrupa Birliği ise İsrail’in E1 yerleşim planını ilerletme kararına sert tepki göstererek, bu adımın uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve iki devletli çözüm ihtimalini zayıflattığını bildirdi. Yapılan açıklamada, Smotrich’in Doğu Kudüs’te Filistin inşa etmeyi planladığı E1 projesinin, Batı Şeria’nın kuzey ve güney bağlantısını kopararak Filistin’in coğrafi bütünlüğünü yok edeceği vurgulandı. AB, İsrail’i bu kararı durdurmaya çağırarak, planın barış sürecine zarar vereceğini ve iki devletli çözümün uygulanabilirliğini tehdit ettiğini ifade etti.
Trump yönetiminin hem Gazze’nin tamamen işgali hem de E1 yerleşim planı konusunda sergilediği muğlak ve temkinli tavır, Washington’un İsrail’e fiili destek verirken uluslararası kınamalardan uzak durma stratejisini ortaya koyuyor. Bu yaklaşım, bir yandan iç politikada İsrail yanlısı çevrelerin beklentileri ve bölgesel güvenlik hesaplarıyla uyumlu görünürken, diğer yandan ABD’yi Avrupa ve Arap müttefiklerinden giderek daha fazla koparıyor. E1 projesinin hayata geçmesi, Filistin’in coğrafi bütünlüğünü fiilen ortadan kaldırarak iki devletli çözüm umutlarını zayıflatırken, ABD’nin bu süreçteki sessiz onayı hem bölgedeki diplomatik yalnızlığını derinleştiriyor hem de uluslararası hukuka dayalı barış girişimlerinin inandırıcılığını aşındırıyor. Bu nedenle, Washington’un mevcut çizgisini sürdürmesi, sadece Filistin-İsrail çatışmasını değil, aynı zamanda küresel düzeyde ABD’nin diplomatik pozisyonunu da uzun vadede zayıflatma riski taşıyor.