Trump ve Putin Alaska’da Buluşuyor
Başkan Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Putin, Alaska’nın Anchorage kentindeki Elmendorf-Richardson Askerî Üssü’nde bir araya geliyor. Putin, on yıl aradan sonra ilk kez ABD topraklarına adım atmaya hazırlanırken iki liderin yapacağı yüz yüze buluşmada ana gündem maddesi olarak Ukrayna savaşı ve ABD–Rusya ikili ilişkilerinin ele alınması bekleniyor. Trump’ın ikinci döneminde en kritik diplomatik temaslardan biri olarak görülen zirve, iki liderin 2022’deki Rusya işgalinden bu yana ilk kez bir araya gelecek olmasıyla da dikkat çekiyor.
Trump açısından bu görüşme, seçim kampanyasında verdiği “Ukrayna savaşını hızla bitirme” sözünü hayata geçirme ve kendisini, seleflerinin başaramadığını başaran bir başkan olarak konumlandırma fırsatı sunuyor. Trump’ın temel hedefinin ateşkesi sağlamak ve daha kapsamlı barış görüşmeleri için zemini hazırlamak olduğu belirtiliyor. Trump, Avrupalı müttefiklerine, önceliğinin en az 30 gün boyunca Ukrayna’daki sivil enerji altyapısına yönelik saldırıların durdurulması olduğunu iletmişti. Bunun insani acıları hafifleteceğini ve diplomasiye alan açacağını savunan Trump’ın “toprak takası” fikrini dile getirmesi ise Kiev ve bazı Avrupa başkentlerinde ciddi rahatsızlık yaratıyor.
Görüşme Putin açısından hem diplomatik hem de stratejik bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. 2015’ten bu yana ilk kez ABD topraklarına adım atan Putin için bu zirve, Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle Batı tarafından uygulanan izolasyon politikalarını kırma, küresel sahnede meşruiyetini yeniden inşa etme ve iç politikada gücünü pekiştirme fırsatı sunuyor. Görüşme, Putin’in Batı ile doğrudan diyalog kurarak Rusya’nın jeopolitik ağırlığını koruma çabasını yansıtıyor. Doğuda yavaş ama istikrarlı askeri kazanımlar elde eden ve Avrupa dayanışmasında çatlaklar gözlemleyen Putin, bu masaya zamanı lehine işleyen bir lider olarak oturuyor. Trump ile doğrudan temas kurarak Batı’nın ortak duruşunu zayıflatmayı ve başka platformlarda elde edemediği tavizleri koparmayı hedefliyor.
Eski ABD Başkanı Joe Biden, görev süresi boyunca Putin’i “parya” olarak nitelendirerek, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri eylemleri nedeniyle uluslararası toplumdan izole edilmesi gerektiğini savunmuştu. Biden yönetimi, Rusya’ya karşı sert ekonomik yaptırımlar uygulamış, G7 ve NATO müttefikleriyle koordineli bir şekilde Moskova’yı diplomatik ve ekonomik olarak köşeye sıkıştırmaya çalışmıştı. Putin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçları iddiasıyla aranması, bu izolasyon politikasının bir yansımasıydı. Biden, Putin ile doğrudan müzakerelerden kaçınarak, Ukrayna’ya askeri ve mali desteği artırarak Rusya’ya karşı sert bir duruş sergilemiş, bu yaklaşımıyla Putin’in küresel sahnede meşruiyetini zedelemeyi hedeflemişti. Ancak bu strateji, bazı müttefiklerin enerji bağımlılığı ve ekonomik kaygıları nedeniyle tam bir birlik sağlayamamış, Rusya’nın Çin ve Hindistan gibi ülkelerle ilişkilerini güçlendirmesine yol açmıştı.
Alaska’daki Trump-Putin görüşmesinde Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin masada yer almaması hem Kiev’de hem de Avrupa’da ciddi tepkilere yol açtı. Zirvenin ilk turuna davet edilmeyen Zelenski, Trump’tan yalnızca “işler yolunda giderse” ikinci tur görüşmelere katılabileceği yönünde bir mesaj aldı. Ukrayna’yı sürece dahil etmeden yapılan müzakerelere karşı Zelenski’nin sert tepkisine neden oldu; “Benim olmadığım masada Ukrayna hakkında alınacak kararlar geçersizdir” diyerek kararlı bir duruş sergiledi.
Avrupalı liderler, Trump-Putin görüşmesine temkinli ve endişeli bir tepki gösteriyor. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Polonya, Finlandiya liderleri ile AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, ortak bir açıklama yayınlayarak, Trump’ın Ukrayna’daki savaşı sona erdirme çabalarını memnuniyetle karşıladıklarını, ancak Ukrayna’nın kendi kaderini belirleme hakkının ve toprak bütünlüğünün korunmasının kritik olduğunu vurguladılar. “Ukrayna olmadan barışa karar verilemez” ve “uluslararası sınırlar güçle değiştirilemez” mesajını net bir şekilde ileten liderler, görüşmenin Batı’nın birlik mesajına zarar verebileceğinden ve Avrupa’nın güvenlik çıkarlarının göz ardı edilmesinden endişe duyuyor. Ayrıca, anlamlı müzakereler için ateşkes veya çatışmaların azalması gerektiğini ifade ederek, Ukrayna ve ABD ile yakın işbirliğini sürdüreceklerini belirttiler.
Zirve NATO ve transatlantik birlik açısından bazı riskleri barındırıyor. Avrupa başkentlerinde, Trump’ın ateşkes karşılığında Rusya lehine toprak tanıma ya da Ukrayna’nın askeri kapasitesine sınırlamalar getirme gibi tavizler verebileceği endişesi bulunuyor. Böyle bir durumun, NATO’nun “Ukrayna’nın toprak bütünlüğü korunmalı” ilkesini zayıflatabileceği ve Rusya’ya Doğu Avrupa’da daha fazla nüfuz alanı açabileceği kaydediliyor. Özellikle ittifakın doğu kanadındaki ülkeler, ABD ile Rusya arasında yapılacak ikili bir anlaşmanın NATO’yu devre dışı bırakabileceğinden kaygı duyuyor.
Washington görüşmeyi ağırlıklı olarak Ukrayna savaşı üzerinden çerçevelerken, Moskova daha geniş bir gündem sinyali veriyor. Putin’in maliye bakanı ve Rusya’nın egemen varlık fonu başkanını zirveye götürmesi masada ekonomik iş birliğinin de görüşüleceği şeklinde yorumlanıyor. Putin’in, Rusya’nın kontrolünde bulunan nadir toprak elementleri ve kritik madenler gibi kaynaklar üzerinden ticari fırsatlar sunarak Trump’ı ikna etmeye çalışması bekleniyor.
Liderlerin Ukrayna konusunda anlaşmaya varması uzak bir ihtimal olarak görülüyor. Putin, doğu Ukrayna’nın “Rusya’ya ait” olduğu yönündeki tavrını koruyor ve Ukrayna’nın mevcut sınırlarını tanımaya yanaşmıyor. Rus birliklerinin işgal altındaki bölgelerde kalacağı bir ateşkes, Kiev açısından sadece çatışmanın dondurulması anlamına gelirken bu durum Moskova için kazanımlarını pekiştirme ve gelecekte yeni saldırılara hazırlık fırsatı sunabilir. Trump’ın burada vereceği kararın tarafsız bir arabulucu mu yoksa Ukrayna’nın güvenlik garantörü mü olacağı noktasında ABD dış politikasının güvenilirliğini belirleyeceğine vurgu yapılıyor.
Trump-Putin görüşmesi, Ukrayna savaşının çözümüne yönelik umutları canlandırsa da Zelenski’nin masada yer almaması ve Avrupa’nın sürece dahil edilme konusundaki ısrarı, diplomatik çabaların kırılganlığını gözler önüne seriyor. Trump’ın “hızlı barış” vaadi, Putin’in toprak talepleri ve Ukrayna’nın kararlı duruşu arasında sıkışmış durumda. Görüşmenin ekonomik iş birliği ve stratejik silah kontrolü gibi alanlarda sunduğu fırsatlar, küresel dengeleri etkileyebilecek potansiyele sahip olsa da NATO’nun birlik kaygıları ve Rusya’nın uzun vadeli hedefleri barış sürecini daha da karmaşık bir hale getiriyor.