Dünya Kupası Siyasetin Gündeminde
ABD, Kanada ve Meksika’nın ev sahipliğinde önümüzdeki yaz düzenlenecek 2026 Dünya Kupası organizasyonu, yalnızca spor gündeminde değil, siyasetin de odağında yer alıyor. Son olarak Pazartesi günü Mısır’da gerçekleştirilen Gazze Zirvesi’ne FIFA Başkanı Gianni Infantino’nun da katılması soru işaretleri yaratmış ve eleştirilere neden olmuştu. 48 ülkenin katılımıyla gerçekleşecek Dünya Kupası, Trump için bir anlamda uluslararası reklam fırsatı sunuyor. Trump’ın, turnuvanın yapılacağı eyaletlerdeki Demokrat Partili yöneticilere yönelik tehditleri, Dünya Kupası’nın siyasetin merkezine daha da çekileceğinin sinyallerini veriyor. Öte yandan, İsrail’in uluslararası spor müsabakalarından men edilmesine yönelik artan çağrılar da, kamuoyundaki İsrail karşıtı tepkinin yükseldiğini gösteriyor.
Her ne kadar Dünya Kupası üç ülkenin ortak ev sahipliğinde düzenlenecek olsa da organizasyonun ana merkezi fiilen ABD olacak. Müsabakaların büyük bir kısmı ABD’nin farklı eyaletlerinde oynanacak ve final karşılaşması da burada yapılacak. ABD, son yıllarda futbola yaptığı yatırımlarla Avrupa merkezli futbol endüstrisinin hegemonyasından pay kapmaya çalışıyor. Bu çabanın somut örneklerinden biri, geçtiğimiz yaz FIFA üzerinden organize edilen Dünya Kulüpler Şampiyonası’ydı. Bu turnuvada, dünyanın çeşitli coğrafyalarından önde gelen kulüpler ABD’de bir araya getirilmiş, kazanan takıma ise kupayı bizzat Başkan Trump takdim etmişti.
Küresel futbol endüstrisinin devasa bir ekonomik hacme ulaştığı günümüzde, Trump’ın Dünya Kupası’nı siyasi bir araç haline getirmesi şaşırtıcı değil. Göreve geldiğinden bu yana FIFA Başkanı Infantino ile sık sık görüşen Trump, son dönemde turnuvayı iç siyasette de kullanmaya başladı. Özellikle Demokrat Parti’nin kontrolünde olan eyaletlerde artan güvenlik risklerini gerekçe göstererek Ulusal Muhafızları görevlendiren ve bu şehirlerde İsyan Yasası’nı devreye sokmaya çalışan Trump, son olarak Dünya Kupası maçlarının yapılacağı Boston gibi eyaletlerdeki müsabakaların başka eyaletlere kaydırılabileceğini belirtti. Henüz somut bir adım atılmamış olsa da, Trump’ın FIFA’yı bu yönde karar almaya zorlayabilir. Dünya Kupası maçlarının düzenleneceği eyaletlere dünyanın dört bir yanından gelecek taraftarlar, bu bölgeler için önemli bir turizm ve finans kaynağı anlamına geliyor. Bu bağlamda, Trump’ın Demokrat yöneticilere yönelik tehditleri, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki eyaletlerin ekonomik olarak ödüllendirilmesi anlamına da gelebilir.
ABD’nin futbol alanındaki küresel etkisini artırmaya yönelik adımları, yalnızca ekonomik veya sportif motivasyonlarla sınırlı değil. Bu süreç aynı zamanda siyasi ilişkilerle de şekilleniyor. Bu bağlamda, 2026 Dünya Kupası’nın arka planında, Trump ile FIFA Başkanı Gianni Infantino arasındaki yakın ilişkinin önemli bir rol oynadığı görülüyor. İkilinin ilişkisi, ABD’nin 2026 turnuvasına ev sahipliği hakkı kazanmasının ardından 2018 yılında Beyaz Saray’daki görüşmeyle başlamış, sonraki yıllarda Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu gibi uluslararası zirvelerde devam etmişti. Infantino’nun Trump’ı “büyük dostum” olarak tanımlaması, bu diyaloğun yalnızca kurumsal işbirliği ile sınırlı kalmadığını gösteriyor. Trump’ın yeniden başkanlık görevine başlamasının ardından Infantino’nun kamuoyuna açık programlarda sık sık Trump’la birlikte görüntülenmesi de dikkat çekiyor.
13 Ekim 2025’te Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen Gazze Barış Zirvesi’ne, Infantino’nun da katılması kamuoyu tarafından tuhaf karşılandı. Zirveye Trump’ın davetiyle iştirak eden Infantino, FIFA’nın küresel barışa katkı sunabilecek bir platform olduğunu belirtti. Özellikle Gazze’de savaşın ardından yeniden inşa sürecine futbol aracılığıyla destek verilmesinin amaçlandığını ifade eden Infantino, bu çerçevede mini sahalar, antrenör desteği, futbol ekipmanları ve yerel turnuvaları kapsayan bir fon oluşturacaklarını duyurdu. Bu girişimin Filistin Futbol Federasyonu ile iş birliği içinde yürütüleceği açıklandı.
FIFA Başkanı’nın zirveye katılımı, eleştirilerin odağında yer aldı. Özellikle, birçok Avrupa ülkesinden ve sivil toplum kuruluşundan gelen “İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonları nedeniyle Dünya Kupası’ndan men edilmesi” yönündeki taleplerin artması, FIFA’ya dair soru işaretlerini artırdı. FIFA ise bu tür taleplere karşı temkinli bir tutum sergileyerek, “jeopolitik sorunların çözümünün spor kurumlarının görevi olmadığı” yönündeki yaklaşımını sürdürdü. Ancak bu noktada, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından UEFA ve FIFA turnuvalarından men edilmesi uygulama olarak standartsızlığı ortaya koyuyor. FIFA ise bu iki olayın bağlamlarının farklı olduğunu vurgulayarak yaptırım uygulamaktan kaçınıyor.
Geçtiğimiz aylarda düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası’na İsrail’in katılması da kamuoyunda tepkilere yol açmıştı. Avrupa basketbolunun en önemli organizasyonlarından biri olan EuroLeague de benzer tepkilere rağmen İsrail takımlarına turnuvada yer vermeye devam ediyor. Geçtiğimiz yıl yalnızca bir takımla temsil edilen İsrail’in, bu yıl değişen formatla birlikte iki takımla turnuvaya katılması, eleştirilerin dozunu daha da artırdı. İsrail takımları güvenlik riski gerekçesiyle maçlarını Sırbistan’da oynarken, İsrail temsilcilerinin Türk takımlarının ev sahipliğinde gerçekleşmesi planlanan karşılaşmaları da Avrupa’nın farklı şehirlerine taşındı.
Bu gelişmelerin ardından, İsrail’in 2026 Dünya Kupası başta olmak üzere uluslararası müsabakalardan men edilmesi için özellikle İspanya öncülüğünde bir girişim başlatıldı. İspanya Spor Bakanı Pilar Alegría ve eski futbol yıldızı Eric Cantona gibi isimler, FIFA’nın çifte standart uyguladığını ifade ederek Rusya örneğini hatırlattılar. Rusya, 2022 yılında Ukrayna’yı işgal etmesinin hemen ardından FIFA ve UEFA organizasyonlarından hızla men edilmişti. Ancak benzer bir uygulamanın İsrail için geçerli olmaması, uluslararası spor camiasında ciddi eleştirileri beraberinde getirdi.
Filistin Futbol Federasyonu da 2024 yılında FIFA’ya resmi bir başvuruda bulunarak, İsrail’in Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşimlerdeki kulüpleri kendi lig sistemine dahil ettiğini ve bunun FIFA tüzüğünü ihlal ettiğini savundu. Ancak FIFA, bu başvuruyu yalnızca Disiplin Komitesi’ne sevk ederek yaptırım kararını erteledi. İsrail’in 1974’te Asya Futbol Konfederasyonu’ndan (AFC) çıkarılması örnek olarak gösterilse de, Arap ve Müslüman ülkelerin günümüzde benzer bir adımı FIFA nezdinde atabilmesi kolay gözükmüyor.
Geçtiğimiz hafta oynanan eleme grubu müsabakalarının ardından İsrail’in 2026 Dünya Kupası’na katılamayacağı kesinleşti. FIFA yetkilileri açısından omuzlardan büyük bir yükün kalktığı bu süreçte, İsrail’in rakipleri de dikkat çeken protestolara imza attı. Norveç, oynanan maçtan elde edilen tüm gelirleri Gazze’de insani yardım sağlayan Sınır Tanımayan Doktorlar’a bağışlayacağını duyurdu. İtalya’da ise maç günü protestolar stadyum içinde ve dışında yoğun bir şekilde gerçekleşti ve İsrailli futbolcular maç boyunca tribünler tarafından ıslıklandı.
“Futbol sadece sahada oynanmaz” klişesi, yaklaşan Dünya Kupası sürecinde daha da anlamlı hale geliyor. Trump’ın iç siyasette Demokratlara karşı kullanışlı bir enstrümana dönüştürdüğü Dünya Kupası, aynı zamanda küresel ölçekte İsrail’e karşı yükselen kamuoyu tepkilerini de gözler önüne seriyor. Avrupa ülkelerinin giderek daha sert eleştiriler yönelttiği İsrail’in stadyumlarda da protesto edilmesi, bu toplumsal dönüşümün sahadaki yansıması olarak değerlendirilebilir.