Trump Generallerle Buluştu
ABD Başkanı Donald Trump’ın bu hafta generallerle yaptığı bir toplantıda kullandığı ifadelerle kamuoyunda tartışmalara neden oldu. Savunma Bakanı Pete Hegseth’in organize ettiği toplantıda Trump, Demokratları açıkça hedef alırken, ordunun iç güvenlikte daha aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini savundu. İç tehdit olarak tanımladığı sol gruplara karşı sert mesajlar veren Trump, askeriyenin yapısında köklü değişiklikler yapılabileceğinin de sinyallerini verdi. Zaten uzun süredir eleştirilerin odağında olan Savunma Bakanlığı çevresinde artan bu söylemler, Trump’ın orduyu siyasi ajandasının bir parçası haline getirme niyeti taşıdığı yorumlarına neden oldu.
ABD askeri kültüründe pek de alışık olunmayan koşullar altında gerçekleşen toplantıda birçok farklı konu gündeme geldi. Generallerin de yer aldığı toplantıda Trump, selefi Joe Biden’ı özellikle sınır güvenliği ve artan göçmen sayısı üzerinden sert bir şekilde eleştirdi. Generallerin önünde yaptığı bu konuşma, Trump’ın yaklaşan ara seçimler öncesi Demokratlara karşı geliştirdiği stratejik bir hamle olarak değerlendirildi.
Trump, konuşmasında dış politikaya ilişkin önemli konulara da değindi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Alaska’da yaptığı birebir görüşmeden umutlu olduğunu belirtirken, Ukrayna’daki savaşın hâlâ devam etmesinden büyük bir hayal kırıklığı duyduğunu ifade etti. Bu savaşı “bitirmesi en kolay olan” çatışma olarak nitelendiren Trump, Putin’i “kağıttan kaplan” olarak tanımladı. Konuşmasında “barış için güç” ilkesini yineleyen Trump, Çin ve Rusya’nın nükleer silah geliştirme çabalarına da dikkat çekti.
Trump’ın açıklamalarında en çok dikkat çeken ve tepki çeken noktalardan biri ise, Demokratların yönettiği büyük şehirleri “tehlikeli” ve “kontrolden çıkmış” bölgeler olarak tanımlaması oldu. Bu şehirlerde Ulusal Muhafızların konuşlandırılması gerektiğini savunan Trump, San Francisco, Chicago, New York ve Los Angeles gibi metropolleri “içerideki düşman” olarak nitelendirdi. Bu bölgelerdeki yüksek suç oranlarını gerekçe göstererek askeri müdahale öneren Trump, daha da ileri giderek bu şehirlerin gelecekteki savaşlar için askerî eğitim alanı olarak kullanılmasını teklif etti. Bu söylem, Trump’ın iç güvenlik sorunlarını askeri yöntemlerle çözmeye yönelik eğilimini bir kez daha gözler önüne sererken, sivil-asker ilişkileri açısından da ciddi tartışmalara zemin hazırlayabilecek bir yaklaşımı ortaya koydu.
Trump’ın şehirlerde askerî müdahale çağrısı, ABD Silahlı Kuvvetleri’nin uzun süredir benimsediği “partilerüstü” duruşla ve Amerika’nın kurucu değerleriyle çeliştiği gerekçesiyle eleştirilerin hedefinde yer aldı. Amerikan siyasi kültüründe ordu, dış tehditlere karşı ülkeyi savunmak üzere yapılandırılmış bir kurum olarak görülürken, iç politik veya toplumsal huzursuzluklara yönelik askeri müdahale önerileri her zaman tartışmalı oldu. Trump’ın ilk başkanlık döneminde, dönemin Savunma Bakanları Jim Mattis ve Mark Esper gibi isimler, askeri gücün iç siyasi alanlarda kullanılmasına karşı güçlü bir direnç sergilemişti. Ancak ikinci döneminde, bu tür frenleyici aktörlerin eksikliği ve Kongre’nin her iki kanadında Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olması, Trump’ın güvenlik politikalarında daha geniş bir hareket alanı bulmasına imkan sağlıyor.
Trump’ın son açıklamaları, geçmişte Dwight Eisenhower ve Lyndon Johnson gibi başkanların olağanüstü durumlarda orduyu sınırlı ölçüde yurtiçinde kullanmalarını hatırlatsa da, bu örneklerden farklı olarak bugün ortada benzer nitelikte yaygın bir toplumsal kriz bulunmuyor. Ordunun anayasal konumunu anlamak açısından en çarpıcı örneklerden biri, İç Savaş sonrası “Yeniden Yapılanma” döneminde yaşanan Grant–Johnson çatışmasıdır. Başkan Andrew Johnson, Kongre’nin onayını almadan Savaş Bakanı Edwin Stanton’ı görevden alarak yerine General Ulysses S. Grant’i atamak istemişti. Ancak Grant, başkanın bu talimatına rağmen anayasal düzeni gözeterek istifa etmiş ve görevi yeniden Stanton’a teslim etmişti. Bu tavır, ABD ordusunda bir generalin başkanın doğrudan emrine karşı çıkarak yasama organının ve anayasanın yanında durduğu örnek bir tutum olarak tarihe geçmişti. Bu norm, Amerikan askerî geleneğinde sivil denetimin ve hukukun üstünlüğünün temel bir ilkesi olarak kabul ediliyor.
ABD’de ordunun bu kadar gündemde yer alması, Trump’ın iç siyasette bir güç gösterisi yapma çabası olarak yorumlanabilir. Geçtiğimiz aylarda, başkent Washington DC’de Amerikalıların alışık olmadığı bir askeri geçit töreni düzenleyen Trump, özellikle Demokratların yoğun olarak yaşadığı eyaletlerde artan suç oranlarını hedef alarak, Ulusal Muhafızların şehirlerde devriye gezmesine yönelik kararlar almıştı. Bu stratejiler, hem iç politikada ordunun Trump’la birlikte hareket ettiği izlenimini verme hem de Demokratlara karşı seçim hamlesi olarak okunabilir.
Ancak tüm bu çabalara rağmen, Savunma Bakanlığı Trump yönetiminin en çok eleştirilen kurumlarından biri olmaya devam ediyor. Bakan Pete Hegseth, daha Kongre onay sürecinden itibaren tartışmaların merkezindeki isim haline gelmişti. Göreve başladıktan sonra ABD’nin Yemen’e yönelik hava saldırılarının basına sızması gibi konularla eleştirilerin hedefi olan Hegseth, son olarak bakanlığın adını “Savaş Bakanlığı” olarak değiştirmesiyle tekrar gündeme geldi. Salı günü generallere hitap ettiği toplantıda kullandığı üslup ise yeni bir tartışma başlattı.
Ordu içinde Demokratların uygulamaya koyduğu çeşitlilik politikalarını sert biçimde eleştiren Hegseth, Amerika’nın gündemini desteklemeyenlerin istifa etmesi gerektiğini açıkça ifade etti. Ordu içinde savaşçı ruhun yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurgulayan Hegseth, yüksek askeri standartların cinsiyetten bağımsız, tek tip ve elit bir yapıda olması gerektiğini dile getirdi. Biden dönemindeki kimlik siyaseti yaklaşımının orduya zarar verdiğini ima eden Savunma Bakanı, savaş kapasitesinin artırılmasının en büyük öncelik olduğunu belirtti.
Hegseth’in bu noktada Demokratların politikalarını doğrudan hedef alan bir söylem geliştirmesi, orduda yapısal değişiklikler yapılma çabasının bir parçası olarak yorumlanabilir. Bu çerçevede, Cumhuriyetçilerin önümüzdeki beş yılı için seçim döneminde muhafazakârlara yakın düşünce kuruluşu Heritage Foundation tarafından hazırlanan tartışmalı Project 2025 raporunun benzer noktalara temas etmesi dikkat çekici bir önem taşıyor.
Project 2025, eşcinsel askerlerin orduda görev yapmasına karşı çıkarken, Biden döneminde kaldırılan fiziksel standartların yeniden getirilmesini öneriyordu. Bununla birlikte, rapor Amerikan ordusunun yalnızca dış tehditlere karşı değil, ülke içinde de aktif bir şekilde kullanılmasını savunuyordu. Özellikle başkanın İsyan Yasası’nı devreye sokarak orduyu iç güvenlik operasyonlarında kullanma yetkisinin genişletilmesi bu öneriler arasında yer alıyordu. Projenin bir diğer dikkat çeken önerisi ise üst düzey askeri atamaların ve istihbarat yetkililerinin seçiminin Beyaz Saray tarafından daha sıkı bir şekilde denetlenmesi gerektiğiydi. Bu bağlamda, kıdemli subayların terfileri ve istihbarat kadrolarının atamaları yönetimin “politik olarak uyumlu” kişilerin lehine şekillendirilmesini öngörüyordu.
Trump yönetiminin son dönemdeki söylem ve uygulamaları, Amerikan ordusunu geleneksel partilerüstü konumundan uzaklaştırarak, siyasi ajandaların bir aracı haline getirme riski taşıyor. Gerek generallerle yapılan toplantılar, gerekse Project 2025 gibi vizyon belgeleri, askeriyede ideolojik bir dönüşüm sürecinin sinyallerini verirken bu yönelim, hem sivil-asker ilişkilerinde hem de anayasal düzenin korunmasında derin tartışmaları beraberinde getiriyor. Önümüzdeki süreçte, bu yeni güvenlik yaklaşımı Amerikan ordusu için belirleyici bir rol oynayacaktır.