Washington’ın Çin Politikası Yeniden Şekilleniyor

İkinci başkanlık dönemine hızlı bir giriş yapan Trump’ın dış politikada attığı sert adımlar gündem yaratmaya devam ederken yeni ABD yönetiminin özellikle Çin’e karşı nasıl bir siyaset izleyeceği ve Çin’le stratejik rekabetin nasıl şekilleneceği merak ediliyor. Çin’e karşı yüzde 10’luk gümrük vergisi koyarak yeni bir ticaret savaşı başlatan Trump yeni dönemde ticari anlaşmalarla sonuç almayı amaçlayan ve “Önce Amerika” ilkesini benimseyen bir yaklaşım öne çıkarmaya çalışıyor. Bu yaklaşım sadece ticaretle sınırlı kalmayıp geniş bir coğrafyayı etkileyen jeopolitik hamleleri de içeriyor. Trump yönetiminin öngörülemez tutumunu eleştiren bazı diplomatlar bu yaklaşımın İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kurallara dayalı uluslararası sistemi yeniden şekillendireceğini savunuyor.
Biden yönetimi, Çin’in küresel çapta askeri, ekonomik ve teknolojik bir meydan okuma oluşturduğu ve demokrasilerle otoriter rejimler arasında yeni bir ideolojik mücadele alanının doğduğu tezlerini sıkça dile getiriyordu. Trump yönetiminin Çin’i “en büyük rakip” şeklinde konumlandırıp konumlandırmadığı henüz netlik kazanmış değil. Yeni dönemde ticaret dengesizliklerine vurgu yapılması ve ABD’nin küresel liderliğini daha çok “fırsatçı pazarlıklarla” korumayı öne çıkaran bir söylem öne çıkıyor. Bazı uzmanlar, Trump’ın Çin’le ilişkileri ideolojik bir “varoluşsal rekabet” şeklinde görmeyip daha çok “kârlı anlaşmalar” eksenine oturtacağını belirtiyor.
Yönetimin ilk haftalarında imzaladığı kararnamelerde Çin’i doğrudan ya da dolaylı etkileyen unsurların sayısının bir hayli fazla oluşu dikkat çekiyor. Çin menşeli fentanil akışını kesmemek ile suçlanan Pekin’e dönük ek gümrük vergileri getirilmesi ve dijital ekonomi alanındaki düzenlemelerde Çinli şirketlere uygulanan kısıtlamaların gözden geçirileceğinin açıklanması, bu politikanın erken işaretleri olarak değerlendiriliyor.
Kuzey Amerika’daki gelişmelerin de Çin’le rekabetle bağlantılı olduğu iddia ediliyor. Meksika ve Kanada’ya uygulanan yüksek tarifeler ile Panama’nın Kuşak ve Yol Girişimi’nden çekilme kararı, ABD’nin Orta ve Güney Amerika’da Çin etkisini sınırlandırma niyeti olarak değerlendiriliyor. Yeni Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun ilk yurt dışı ziyaretini Panama’ya yapması ve Kanal’daki Çin bağlantılı şirketlerin varlığının sorgulanması, bu bölgenin artık Washington için öncelikli bir rekabet sahası haline geldiğini gösteriyor. Benzer şekilde, Kanada ve Meksika’yla ilişkilerin sertleştirilmesi de Çin’i Kuzey Amerika pazarından uzak tutma çabasının bir parçası şeklinde yorumlanıyor.
Avrupa’da ise Trump yönetiminin NATO müttefiklerine yönelik savunma harcamalarını milli gelirin yüzde 5’ine çıkarma çağrısı ve aynı zamanda Avrupa Birliği ülkelerine ticari yaptırımlarla gözdağı vermesi, Transatlantik ilişkileri gerilimli bir atmosfere sokmuş durumda. Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinde, bu baskıların arkasında Çin’i küresel ölçekte geriletmeyi amaçlayan daha geniş bir stratejinin yattığı öne sürülüyor. Trump’ın Grönland’a olan ilgisinin nedenlerinden biri olarak Arktik bölgesinde Çin’in madencilik ve deniz yolları alanında artan nüfuzunu engellemek istemesi gösteriliyor.
Ukrayna savaşı da Trump yönetiminin dış politika stratejisinde Çin ile ilişkileri etkileyebilecek bir alan olarak gösteriliyor. Trump’ın Çin’in bu savaşın sona erdirilmesinde yardımcı olmasını beklediği ve bunun karşılığında ikili anlaşmalarda Pekin’e kolaylıklar sağlayabileceği belirtiliyor. Ancak, NATO’nun 2024 Washington Deklarasyonu’nda Çin’in Rusya’nın savaşını destekleyen bir konumda olduğuna dair ifadeler yer alması, yeni yönetimin Pekin ve Moskova’yı aynı cepheye koyduğu tezini güçlendiriyor.
ABD ve Çin arasındaki teknolojik rekabet de Trump’ın önem verdiği konuların başında geliyor. Washington yönetiminin yapay zekâ (YZ) alanına 500 milyar dolarlık yatırım yapmayı planladığı, ancak Çin’in de DeepSeek üzerinden önemli ilerlemeler kaydettiği biliniyor. Açık kaynak modellerini hızla geliştirerek düşük maliyetli teknolojileri küresel piyasaya sunan Pekin, böylece ABD’ye rakip olmakla kalmayıp daha geniş bir kitleye nüfuz etme şansı da yakalamış durumda. TikTok’un kullanıcı verilerini işlemesi ve algoritmalar sayesinde yarattığı etki de ABD cephesinde “dijital nüfuz” sorunu olarak tanımlanıyor. Trump yönetiminin TikTok’a dair kapatma veya satma seçeneklerini müzakere ettiği ve Çin’le bu konuda bir anlaşma masasına oturma ihtimaline açık olduğu belirtiliyor.
ABD-Çin ilişkilerinde gerginliğe neden olan konuların biri de Tayvan meselesi. Trump’ın bu konuda nasıl bir politika izleyeceği henüz netlik kazanmış değil. Tayvan meselesi hem jeopolitik hem de teknolojik rekabetin kesiştiği bir alan olarak öne çıkıyor. Adadaki yarı iletken üretiminin küresel tedarik zinciri açısından kritik önemi, Washington için Tayvan’la işbirliğini stratejik bir gereklilik haline getirmiş durumda. Ancak Trump’ın Tayvan’a da gümrük vergileri getirmekten söz etmesinin ada yönetimini endişelendiriyor. Uzmanlar, Trump’ın Tayvan’a yaklaşımında esas amacın, Çin ile yapılacak muhtemel bir büyük pazarlıkta elindeki kozları çoğaltmak olduğunu savunuyor.
Dünyanın en güçlü iki ülkesi olan ABD ve Çin arasındaki stratejik rekabet çok boyutlu hale gelmiş durumda. Avrupa, Kuzey Amerika, Asya-Pasifik ve hatta Arktik gibi farklı coğrafyalar, ticaret ve teknoloji başta olmak üzere askeri ve diplomatik konuların iç içe geçtiği yeni rekabet alanları teşkil ediyor. Trump ekibinin ticaretten güvenliğe, teknolojiden diplomasiye kadar uzanan hamlelerinin, dünya düzenini önemli ölçüde dalgalandırmaya devam edeceği ve uzun vadede küresel sistemde kalıcı etkiler yaratabileceği öngörülüyor. Müttefik veya rakip ülke fark etmeksizin dış ilişkilerde “düzen bozucu” hamlelerle başlayıp “sert pazarlık” arayışlarını sürdüren Trump yönetimi, caydırıcılığı da önceleyen bir strateji yürütmeye çalışıyor. Trump’ın öngörülemez hamleleri neticesinde hem müttefikler hem de rakipler kendi konumlarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalıyor.